22 Ekim 2009 Perşembe

Sevgiyi İfadenin Yolu

Sevgiyi ifadenin önemli bir yolu da, insanın sevdiği kişi hakkındaki güzel düşüncelerini, o zata ulaştırabilecek üçüncü şahısların yanında dile getirmesidir. Mesela bir insan, “Ben şimdiye kadar falan kimsenin hiçbir kötülüğüne şahit olmadım. Hatta bazen belki benden bir kısım kötülükler sadır oldu ama ben ondan hep iyilik gördüm. O, yaptığım kötülükler karşısında hiçbir zaman aynıyla mukabelede bulunma gibi bir tavır içerisine girmedi” türünden ifadeler kullanarak başkaları yanında ona olan güzel duygu ve güzel düşüncelerini dile getirebilir. Arkadaşının kendisi hakkında söylenen bu tür beyanlardan haberdar olması o iki kişinin kalbleri arasında sevgi köprülerinin kurulması adına çok önemli bir vesile olacaktır.

8 Ekim 2009 Perşembe

Anne Baba: Hürmete Layık İki İnsan

Yazar: Süleyman SARGIN

Anne-baba, insanın en başta hürmet etmesi gereken iki kudsî varlıktır. Maalesef, pek çok değer ölçüsünün unutulduğu, ailevî ve içtimaî esasların yerle bir olduğu zamanımızda, anne-baba hakkı da bu umumî yozlaşmadan nasibini aldı. Ne yapsak haklarını ödeyemeyeceğimiz anne ve babalarımız bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir oldu. Aslında yük olan anne-baba değil, çocuklardı. Zira anne karnında daha küçük birer canlı halinde var olmaya başladıkları günden itibaren, hep anne-babanın omuzlarında dolaşan ve onların kucaklarında gelişip büyüyen onlardı. Fakat anne-baba derin şefkatlerinden dolayı, yavrularını yük değil mukaddes birer emanet olarak görüyorlardı. İşte bu yüzden onların hayat boyu devam eden fedakârlıkları karşısında çocukların da onlara sevgi ve hürmetle muamele etmeleri hem bir insanlık borcu hem de bir vazifedir.Her insan, kendi ebeveyninin kadrini bilmeli ve onları Hakk'ın rahmetine ulaşmaya vesile saymalıdır. Ne yazık ki, günümüzde sadece Allah'a karşı saygısız olanlar arasında değil, O'nu sevdiğini iddia edenlerin içinde bile, anne ve babalarının varlıklarını istiskal eden, yaşamalarına karşı bıkkınlık gösteren ve sürekli saygısızlıkta bulunan insan bozması canavarlar türedi.Mahzun Kırmızıgül'ün "Beyaz Melek" filmini defalarca seyrettim. Her seferinde toplumun içine sürüklendiği mahrumiyeti gördükçe içim sızladı. Anne-baba sevgisinden mahrum bir kalp, mahrumiyetlerin en acısını yaşıyordur aslında. Ve herkesin mutlaka izlemesi gereken o filmde anlatıldığı gibi, artık anne-babalar yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkûm yaşıyorlar; biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceleri "darülaceze" denilen, şimdilerde biraz kibarlaştırılarak "huzurevi" adı verilen bu hicran yurtlarıyla teselli olmaya, senede bir gün kendilerine uzatılacak çiçeklerle avunmaya çalışıyorlar.Oysa, insan çocuklarını bağrına basamadığı, torunlarını kucağına alamadığı, ne ihtimamla büyüttüğü ciğerparelerini sevemediği ve onlara bakıp bakıp "Yavrularım!.." diyemediği bir yerde nasıl huzurlu olur ki!.. Kendisine sevgi ve hürmetle nazar eden yakınlarının bulunmadığı, onun için bir tencerenin kaynamadığı ve çoğu zaman arayıp soranının olmadığı bir yerde mutluluğu nasıl bulur ki!..Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; oraya "huzurevi" demekle onun sakinlerinin de gerçekten huzurlu olacaklarını sanmışız. Allah'tan ki bu müesseselerin hepsi Mahzun'un filmindeki gibi değil. Oralarda bazı samimi gönüller var da yaşlılarımızı bütün bütün sokağa terk etmiyoruz; kendileri gibi muhtaç kimselerin arasına bıraksak bile hiç olmazsa bir rahat yatak, bir sıcak çorba imkânı sağlıyoruz. Akabinde, onların da orada var olduğunu zannettiğimiz huzuru duymaları için zorlayıp duruyoruz. "Daha ne olsun, ne güzel yiyip içip yatıyorlar; rahatları yerinde!" der gibi küstahça bir tavır takınıyoruz.Hâlbuki insan hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde saadete eren bir mahlûk değildir. O, her zaman çevresine alâka duyar. Tabiata açık bir fıtratı vardır. Evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebet içinde olmayı ister ve ancak tabiatından kaynaklanan bu alâka ve münasebetlerin gereği yerine getirildiği zaman huzur bulur. Şimdilerde bir tüketim mevsimi halini alan anneler veya babalar gününde "dostlar alış-verişte görsün" kabilinden sözde arayıp sormalar ve sun'î tavırlar mutlu etmez insanı. Senede bir eline tutuşturulan bir demet çiçek sadece onun gönlündeki hasret ateşini alevlendirmeye yarar ve hicranını dindirmez. O, alâkaya, sevgiye ve içten bir tebessüme muhtaçtır; onun manevi ihtiyaçlarını yalnızca yeme, içme ve sıcak döşekte uyuma karşılamaz.

27 Eylül 2009 Pazar

Manipülasyona Açık insan

Yazar: Hamza AYDIN

Cenab-ı Hakk, inâyet ve hikmetinin bir gereği olarak, dünyayı tecrübeye mahal, imtihana meydan, Esmâ-i Hüsnâ'sına ayna, kader ve kudret kalemine bir sayfa olarak yaratmıştır. Bediüzzaman Hazretleri, kâinatın hamurunda ve işleyişinde bu yüzden zıtların birbirine karıştırılmış olduğunu ifade eder. Bu dünyada tecrübe ve imtihan, kâbiliyetlerin gelişmesine ve nisbî hakikatlerin (kısmî iyi, kısmî doğru, kısmî güzel) görünmesine vesile olur. Nisbî hakikatler de, Sâni'-i Zülcelâl'in Esmâ-i Hüsnâ'sının tecellilerini gösterir. Böylece kâinat bir İlâhî mektup hükmüne geçer. Cenab-ı Hak bütün bu hikmetler için, âlemin değişim ve dönüşümünü irade etmiş, bunun için de, zıtları birbirine hikmetle karıştırmış ve karşı karşıya getirmiştir. Zararları menfaatlere karıştırarak, kötülükleri hayırların içine koyarak, çirkinlikleri güzelliklerle bir araya getirerek varlık âlemini bir hamur gibi yoğurmuştur. Sonra da, şu kâinatı değişim kanuna, dönüşüm ve tekâmül düsturuna tâbi kılmıştır. İşte insanoğlu böyle bir kâinat ağacının meyvesidir. Onun da mâhiyet ve işleyişi zıt kuvvetlerin etkileşimine dayalıdır. İnsandaki bu zıt kuvvetleri müspet ve menfi (yapıcı ve yıkıcı) olarak sınıflandırabiliriz. Bu kuvvetlerin önemli bir özelliği, yayılarak çevrelerini kontrol etme temayülüdür. Fakat menfi kuvvetler daha hızlı ve güçlü tesir ettiğinden, yayılma ve bulaşma katsayısı daha yüksektir.Ruh hâli iç ve dış faktörlerin tesiri altında sürekli değişen insana yukarıdaki zıt kuvvetleri kontrol etmek üzere bazı cihazlar verilmiştir. İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarını kontrol eden iç faktörler durumundaki fıtrat unsurları; düşünce kalıpları, ön yargılar, korku ve evhamlar, egonun istekleri ve vicdandır. İnsanı dışarıdan kontrol eden faktörler ise, beş duyuyla gelen bilgilerdir. İç ve dış faktörler insanın ruh hâlini ve dış dünyaya vereceği cevabı kısmen belirler. İnsanın bu faktörlerden gelen tesirleri irade ve aklıyla kontrol etmesi, hakikatle örtüşen pozitif algılama ve analiz yapabilmesine bağlıdır. İnsan çok boyutlu hâdiseleri hakikatine ne kadar uygun algılarsa, o kadar pozitif ruh hâline sahip olma ve müspet hareket etme şansı yakalar; dolayısıyla negatif durumlardan da daha az tesir görür. İnsanı harekete geçiren önemli dürtülerden biri her türlü (biyolojik, psikolojik, hissî, zihnî, rûhî) açlıktır. İnsan, mâhiyetindeki nefis tarafından kontrol edilen dürtüleri itibariyle saldırgan ve sömürgen bir varlıktır. O, fıtraten paraya, cinselliğe, iktidara, güce ve tahakküme değişik derecelerde açtır. Fıtratındaki menfi unsurları ve kuvvetleri baskın duruma geçmiş olan insanlar her şeyi daha çok sömürmek ve kontrol altına almak isterler. İnsanlar, sosyolojik seviyede ise, gıda ve eğlence endüstrisi, medya, elitler, etkinler ve okullar tarafından manipüle edilirler. Bilhassa günümüzde bu kontrol zincirleri küresel ölçekte çalışmaktadır. Bu durumda, insan fıtratındaki müspet unsur ve kuvvetleri oluşturan vicdan ve ruh gücü zayıflamakta, bunların dışında yaşamak giderek zorlaşmaktadır. Çünkü insan fıtratını bozan menfî kontrol zincirleri birer ekonomik sektör hâline gelmiş, pazarlama ve reklâm rüzgârıyla da sınırlarını genişletmiştir. Meselâ medya, insanda müspet duygu ve düşünceler uyandıran bir programın arasına, menfi hisleri harekete geçirici reklâmlar koyarak, hâsıl olan müspet tesiri kırmaktadır. Hâlbuki insanın iyiye, doğruya ve güzele yönelmesi, fıtratındaki müspet unsurların menfi olanlara galebe çalmasıyla mümkündür. İnsanın iyi hâlini koruması, iradesini ancak içindeki müspet hisleri canlı tutma yönünde kullanmasıyla mümkündür. Aksi takdirde, farkında olmadan menfi kuvvetlerin manipülasyonuna mâruz kalır. İrade, akıl ve vicdanını aktif tutan sağlıklı insan, seçim ve tercih yapabilme kapasitesine sahiptir. Bu seçim ve tercihler ona kısa veya uzun vadede geri döner. İnsanın dünyayı etkileme tarzı, dünyanın ona nasıl tesir edeceğini belirler. Bu açıdan kişi, hayatında değiştirip değiştiremeyeceği şeylere karşı güçlü bir farkındalık ve şuur geliştirmelidir ki, enerjisini israf etmesin. Kişinin kendisine ve çevresine karşı farkındalığı ne kadar düşük ise, o oranda manipülasyona uğrar. Her zaman iletişim ve etkileşim hâlinde olduğumuz kişilerin hassas noktalarımıza dokunabileceğini, bizi aşil topuğumuzdan vurabileceğini (her yiğit sevdiğine yenilir), plânlarımızı sabote edebileceğini, hattâ biz farkında olmadan onur ve haysiyetimizle oynayabileceğini düşünmeli ve sürekli uyanık hâlde bulunmalıyız. Ancak insanoğlu çoğu zaman ülfet ve dalgınlık hâlinde (otopilot konumu) bulunduğundan, hem manipüle etmeye, hem de edilmeye müsaittir. İnsanı en fazla üzen durum ise, sevdiği ve güvendiği kişilerden manipülasyona mâruz kalmasıdır. Kişinin iyi niyetinin kötüye kullanılması olan bu durum, ancak onun Allah'a sığınmasıyla, bir ihsan-ı İlâhî olarak feraset ve basiretinin artmasıyla kontrol altına alınabilir. İnsanları strese sokmak, üzmek, zan altında bırakmak, öfkelendirmek, onlara iftira atmak, sözlü taciz ve fizikî şiddet uygulamak, kişilerin onur ve haysiyetleriyle oynamak en sık rastlanan manipülasyon örnekleridir. İnsanları bu şekilde manipüle edenler, gerçekte içlerindeki ego ve dürtüler tarafından manipüle edilen, dolayısıyla bu anlarda vicdanları devre dışı kalan kişilerdir. İnsandaki 'kendilik ve ben hissi' ego veya vicdan gibi iki kontrol noktasından açığa çıktığına göre, burada bu manipülasyonları egonun gerçekleştirdiği çok açıktır. Çünkü vicdanın kontrolündeki insanda müspet unsurlar hâkim olduğundan, ondan sadece hayır, iyilik ve güzellik sudur eder. Bu açıdan, "Şuuru uyanık ve tam bir özne iken, insan ne ölçüde vicdanının, ne ölçüde egosunun sesini dinliyor?" sorusunun cevabı çok önemlidir. Duygular üzerinden manipülasyon Harekete geçmenin tetikleyici ve zorlayıcı enerjisi duygulardan gelir. Bu yüzden, manipülasyon ile suistimâl edilecek duyguların, bir lezzet, tat, heyecan veya mükâfatla bağlantılı olması önem taşır; bu durum menfî kontrol sistemleri tarafından çok iyi değerlendirilir. Meselâ, insanların iç dünyalarında fantezileri çeşitlendirmek, doğru oturmamış kavram, düşünce ve bilgileri medya yoluyla yaygınlaştırmak, endişe ve korkuları tetikleyip çoğaltmak, hayata eğlence kültürünü hâkim kılmak, vicdanın sesini gürültüyle boğmak, menfi kontrol sistemlerinin önemli stratejik silâhlarıdır. Bu silâhlardan yayılan sinyaller, lezzet, heyecan ve mükâfatla münasebetlendirilerek insana zehirli bal şeklinde takdim edilir. Böylece akıl, şuur ve vicdan hakikat, adalet, doğruluk, iyilik ve güzellikten koparılır. Neticede insan sömürülmeye, tüketilmeye uygun bir kıvama getirilir. Meselâ tv karşısında veya internet ortamında bir film veya haber seyredildiğinde, karelerde görülen menfi ve üzücü şeylerden dolayı insan sinirlenip öfkelenir. Ama tesir dairesi oraya ulaşmadığı için de hiçbir şey yapamaz. Boşu boşuna enerji kaybeder ve menfi kuvvetlerin tesiri altında kalır. Duyguların dinamiği Duygular bir dereceye kadar elektrik benzetmesiyle açıklanabilir. Müspet ve menfi duygularla açığa çıkan enerji çok güçlü olduğundan insanı sarhoş edebilir ve aklını başından alabilir. Kullanılmadan önce, fıtratta nötr değerlikli olan duyguların müspet mi yoksa menfi mi değer kazanıp tesir edeceği, kişinin niyet ve algılamasına bağlıdır. İnsanda oluşan bir menfi duygu, müspet hâle dönüştürülemezse, kişide düşünce paraziti veya menfi yük olarak birikir. İnsanın ilk anda bir şeye kızması gayet normaldir. Ancak, kızmasına yol açan algılama durumunu değerlendirdiğinde, öfkesini kontrol altına alabilir veya müspet enerjiye dönüştürebilir. Aksi takdirde, kızıp öfkelenir ve hiçbir şey yapmadan bunu zihninde depolar. Bu durumda ileride öfke patlamalarına zemin hazırlamış olur. İnsanları aşağılamak, küçümsemek, suçlamak, kıskanmak, onlara kin duymak oldukça menfî, hattâ yıkıcı duygulardır. İnsandaki duygu, düşünce ve hareket enerjilerinin doğru tanınıp yönetilmesi gerekmektedir ki, kalb ve vicdandan beslenen hakiki insaniyet seviyesinde kalabilsin. Aksi takdirde, hayvaniyet derekesine (hattâ daha aşağı) düşer. Kişi bu menfi kuvvetlerin tesirinden kurtulabildiği ölçüde hakiki hürriyetine kavuşur. Kişinin manipülasyonlara açık olması, farkındalık ve şuur seviyesinin düşüklüğüyle doğru orantılıdır. Bundan dolayı, manipülasyon için zayıf karakterli insan ve gruplar seçilir.İnsan, diğer insanların söz, tutum ve davranışları kadar, teknolojik cihazlarla da (zihin kontrol sinyalleri, beyne yerleştirilen cihazlar, hipnoz, zihin fonksiyonlarını bozan ilâçlar) manipüle edilebilir. Bunların farkına varmayan insanların zihinleri ve algıları sabote edilerek, kişiler belli tutum ve davranışları sergilemeye hazır hâle getirilir. Ayrıca, kendisine belli bir durum hakkında aşırı gereksiz veya az bilgi verilen kişi spekülasyon yapmaya hazır hâle gelir. İnsanlar arasında hakikatin ne olduğu konusunda tartışma, ayrışma ve bölünmeler başgösterir. Ortalığı korku, endişe, güvensizlik, ihmalkârlık ve vurdumduymazlık sarar. İnsanlar birbirlerinin kişiliklerini ve ortam şartlarını anlama yoksunluğuna maruz kalır; aralarında sağlıklı bilgi alışverişi azalır. Fıtratın bir yanını teşkil eden menfi kuvvetlerin "Sömür!" kâidesi işlemeye başlar. Bu bakımdan, menfi unsurlara karşı en büyük panzehir (antidot) insanlar arasında oluşan sevgi ve güven ile şahs-ı mânevî (cemaat) kuvvetidir. Manipülasyonu en aza indirmek için bazı tavsiyeler İnsanda oluşan psikolojik incinme ve yaraların iyileşmesi için, öncelikle zihni ve kalbi, farkında olmadan şuuraltına yerleşmiş menfi düşünce kalıplarından, bunlarla bağlantılı duygu, düşünce, yorum ve kanaatlerden arındırmak gerekir. Çünkü insan zihni gelen uyarıları eş zamanlı olarak işler ve depolar. Her bir uyarıya karşılık gelen bir söz veya düşünce kalıbı üretirken, eşzamanlı olarak bununla münasebetli bir duygu, tutum veya davranışı da kaydeder. Bu durum, insanın manipülasyonunun üç boyutta da gerçekleşebileceğini gösterir. İnsanın bir hâdiseyi veya durumu algılama şekli yönlendirilebilirse, hissedeceği duygular da öngörülebilir. İnsan dışarıdan ve içeriden gelen uyarıları doğru ve sağlıklı algılayıp analiz edebiliyorsa, onun manipüle edilmesi zorlaşır. Çünkü sahip olunan farkındalık ve şuur seviyesi, duyguların ve davranışların bundan tesir görmesine izin vermez. Bunun için de, insan doğru bilgiyle farkındalığını artırmalı, algı ve hükümlerini gerektiğinde değiştirmeli, menfi duygularını müspete kanalize etmelidir. Beşer tabiatıyla ilgili bir başka önemli tespit ise, insan bir şeye hazır hâle geldiğinde veya yeterli seviyede uyarıldığında, o kişiye baskı kurmaya gerek kalmaz; o, istenilen şeyleri kolayca gerçekleştirir. Çünkü, şuurlu, iradî ve vicdanî cevap verme seviyesinden, hayvan gibi dürtü yoluyla harekete geçen bir varlık konumuna iniş yapmıştır.Netice itibariyle, insan tabiatının pozitif ve negatif kuvvetler arasındaki mücadeleyle şekillendiğini unutmamak gerekir. Bizler içimizde ve dışımızda müspet (rahmanî) ve menfi (nefsanî-şeytanî) kuvvetlerin (ego-vicdan, altbenlik-üstbenlik, iyilik-kötülük, dürüstlük-yalan gibi) mücadelesini seyrederiz. Bizi manipüle edecek bu unsurlar, kör ve zayıf taraflarımızı kullanırlar. Onları ne kadar çok tanırsak, bizi manipüle etmeleri o kadar zorlaşır. Kendimizi manipülasyonlara karşı aşılamak, bilgi, farkındalık ve şuur seviyemizi yükseltmekle olur. Bir yandan, kendi iç yönetim sistemlerimiz olan ego ve vicdana karşı farkındalığımızı artırmalı, diğer yandan da, problemleri çözmeye yardımcı olmayan menfi duygulardan, tecrübe eder etmez uzaklaşmalıyız. Yaratıcı ile olan münasebetimizi kuvvetli tutmak, sürekli dua, tövbe ve istiğfarda bulunmak, insanlarla konuşmak ve fırsat buldukça farklı diyarlara seyahat etmek, bizim için dünya ve Âhiret'imiz hesabına koruyucu kalkan gibi hayatîdir.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Ağlaşalım

Gelin hep beraber ağlaşalım. Dünkü ölenlere değil, beynine kurşun sıkılanlara değil.. Pâyimal olan ırza, namusa da şimdilik değil. İdama mahkum olmuş oğlumuza, onlar içinde kadınlığını unutmuş çamura düşmüş kızımıza da değil, kendi cenazemize ağlayalım. Ruh ve kalbimizin ölümüne, günahtan ürkmeyişimize. Vaktinde diz dövmeyişimize, korkunç yangın karşısında merhametsizliğimize, hissizliğimize ve hareketsizliğimize... Öyle sızlayalım ki, ahımız arşa yükselsin, nedamet duyan gönlümüz arş kadar yücelsin.. Ta bu gönül berraklığı ile memleketin gelecek evlatlarını, şu anda kirlettiğimiz gibi cürmümüzle kirletmeyelim.

10 Eylül 2009 Perşembe

Manisa Ruh Sağlığı Hastanesinde Bir Hayırsever: Onları Unutmayalım

http://www.manisahurisik.com/haber.php?haber_id=2019

Manisa' da, İzmir' de Uyuşturucu Kullanım Yaşı Düşüyor

http://www.manisahurisik.com/haber.php?haber_id=2001

Manisa’da uyuşturucu kullanma yaşı düşüyor

Uyuşturucu kullanma yaşının 12 yaşlarına düştüğünü belirten Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Doktor İsmail Yavaş, çocuklarda yaşanan boşluk, hedefsizlik ve eğlence düşkünlüğünden dolayı uyuşturucu kullanımı arttığını söyledi

Haber: Aziz GÜL- Cüneyt HASÇELİK

Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nde 2009’un ilk 8 ayında tedavi gören 12–18 yaş arası 203 bayan yatan hastadan 15’i uyuşturucu bağımlısı olduğu tespit edilirken, erkeklerde ise 141 yatan hastadan 34’u uyuşturucu kullandığı tespit edildi. Bu yaştaki çocuklar için bu rakamların çok yüksek olduğunu söyleyen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Doktor İsmail Yavaş, “Basit nedenlerle gelmeyen çocuklar oluyor, bunlara uyuşturucu kullanıyor musunuz diye soruyoruz. Bir kere denedim, arkadaşlarım kullanıyor ama ben kullanmadım ya da kullanıyorum gibi doğal bir cevap veriyor. Uyuşturucu kullanma yaşı 12’lere kadar düştü. Biz hastanemizde çocuk psikiyatriliği olarak 18 yaşa kadar baktığımız için 12–18 yaşları arasında özellikle ileri yaşlarda yani 16–17 yaşlarda uyuşturucu kullanımı son zamanlarda arttı. Tabi burada bir şeye dikkat çekip de üzerinde durmanın yanında bunla nasıl başa çıkabiliriz, bunla nasıl mücadele edebiliriz asıl bunlar üzerinde durmalıyız. Neden uyuşturucu kullanımı artıyor. Özellikle tedavi de neler yapabiliriz bu sadece hastanelerle olacak iş değil. Hastaneler en ağır vakaları tedavi ederler. Ama çocuklarımızda bu boşluk, bu hedefsizlik, bu eğlence düşkünlüğü devam ettiği müddetçe televizyonlarımız bunu bir moda tarzında yansıttıkça bu kullanım artacaktır. Biz bunun çaresini sadece hastaneler olarak görmüyoruz. Çocuklarımızı sadece uyuşturucudan uzak tutmak değil, onun yerine başka nelerle doldurabiliriz, uyuşturucunu yerine hangi hedefleri koyabiliriz onlara bakmamız lazım. Bütün seçenekleri araştırmamız lazım” diye konuştu.

ÇOCUKLARIMIZI EĞLENCE DÜŞKÜNLÜĞÜNDEN HAFİFLİKTEN KURTARMALIYIZ
İnsanın sınırsız bir varlığa sahip olduğunu söyleyen Yavaş, “ İnsan sınırsız olduğu için de sınırsız pozitif üretebilir. Basit olarak bir mesleğe yönlendirme, kitap okumaya, bir hobi, bir hedef koyulmalıdır. Fazla olan hedefleri önlerine koyup orta vadeli, uzun vadeli yapabiliriz. Çocuklarımızı eğlence düşkünlüğünden, hafiflikten kurtarmalıyız. çocuklara uyuşturucunun satılmadığı bir okul yok. Bunu dışarıdaki bir yabancı, torbacı, kadınlar çocuklar yapıyor. Marketler yapıyor. Bunlar elbette sıkım takip edilmesi lazım. Sadece uyuşturucuyu kazıdınız, yok ettiniz, bütün bunlar çözüm olmayacak. Bu sefer başka bir arayış olacak. Bir dileği kapattınız, başka bir yerden delik açılacak. Çocuk oradan patlayacak. Burada ki asıl mesele çocuklarımızın bir boşluk içinde, hedefsizlik içinde olmasıdır. Hedef yok, amaç yok, bir boşluk var. Ailelerde bu durum öyle baba başak bir türlü, anne internetin başında bir şeyler arıyor. Çocuklar sadece değil ailelerde boşluk içinde. Aileler kendilerine çeki düzen verdikleri sürece toplumuzda kendine çeki düzen verecektir. Öncelikle ailelerin kendilerine çeki düzen vermesi lazım. Anne, baba da hedef olmayınca çocukta da hedef olmaz. Çocuk daha bir çiçek. Bu çiçek büyüyecek, gelişecek ve çınar ağacı olacak” dedi.

TOPLUM OLARAK KENDİMİZİ DÜZELTMELİYİZ
Çocuklara hedef koyulması gerektiğini söyleyen Yavaş, “Bunun için herkes fikir belirtmeli. Uzmanlarda bu konuda görüş koymalı. Sigara ile mücadele kampanyası başladı. Uyuşturucuyla da aynı şekilde mücadele edilmeli. Bu mücadelemizle dünyaya örnek olmalıyız. Toplum olarak kendimizi düzeltmeliyiz. Manisa Ruh Sağlığı 12 ilden hasta kabul ediyor. Ege ve Güney Akdeniz Bölgesinden geliyorlar. En çok tatil beldelerinde oluyor. Bu konuda virüslerin olduğu bölge. Bizim hastanemize genelden Antalya mersin adana Antalya da zeytin diye bir köy var bunu gibi yerlerden temin ettiklerini söylüyorlar. Antalya bölgesinden gelen bütün çocuklarımız oradan bahsediyorlar. Aslında o bölgenin insanı biliyor nerde satıldığını. Ama ateş düştüğü yeri yakar deniliyor ateş nereye düşerse düşsün beni yakar denmiyor dolayısıyla ateş düştüğü yeri yakar dediğinde yani başına gelmeden anlamazlar. Sadece uyuşturucuyla mücadele bu iş olmaz çocuklarımız içini doldurmamız lazım büyük bir boşluk var bu sefer ne oluyor internet cep telefonu uyuşturucunun içinde buluyorlar kendilerini bu çocuklar daha üniversite çağına daha gelmeyeler bunları yaşıyorlar” dedi.

ÇOCUK 12 YAŞINDA UYUŞTURUCU TEMİN EDEBİLİYORSA BUNU İYİ DÜŞÜNMEK LAZIM
Manisa’da artışı var şu sıralara da. Antalya’dan ve İzmir’den çok fazlar geliyorlar. Manisa İzmir’in arka bahçesi orası buraya burası oraya çok ciddi anlamda etkiliyor artış var. 11–12–13 yaşındaki bir çocuk uyuşturucu temin etme noktasına geliyorsa bu para kazanmıyor demek ki bir boşluk var aile çocuğunu takip etmiyor. Aile çocuğu ne yapıyor uyuşturucuyu nasıl alıyor nerden temin ediyor nasıl kullanıyor bunları takip etmiyor. Bunlar takip etse eğer yani o çocuk hiç o duruma düşmeden yakalamış olacak belki de hiç uyuşturucuyla tanışmayacak. Birde çok gözümüzden kaçan bir şey var bali tiner gibi uyuşturucu bağımlıkları Manisa’da çok fazla. Bunlara çok kolay ulaşılıyor. Bunların diğerinden daha az zararı yok bazı üçüncü maddelerin zararı başka uyuşturuculardan daha fazla. Esrar çok kolayca bulunan bir madde ve çok ta ucuz temin edilebilir duruma geldi. Bu sigarayla mücadele iyi oldu mücadele edilmezse bir basamağı çıkılmış oluyor, ikinci basamağı esrar oluyor üçüncü basamağı haplar oluyor dördüncü basamağı da eroin oluyor. Yani bu böyle gidiyor ancak asıl sebep ortadan kaldırılmazsa eğer bugün uyuşturucu gider çocukların dünyasına porno girer. Özelikle internet ve cep telefonu çocuklar için çok büyü bir tehlikedir. Bu çocuklar uyuşturucu bağımlısı değiller ama internet ve telefon bağımlısı oluyorlar çocuklara ciddi bir sıkıntı ve boşluk içerisindeler.

GENÇLER HİÇ BAŞLAMAMALI BAŞLADIYSALAR BİLE EN KISA ZAMANDA TEDAVİ OLUP KURTULMALI
Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde uyuşturucu kullanımından dolayı 23 gün tedavi gören ve taburcu olan C. K.(17) “ Arkadaş ortamıyla, bazı arkadaş diye bildiğim insanlar tarafından uyuşturucu kullanmaya başladım. İlk uyuşturucu kullanmaya 13 yaşında başladım. 4 yıl boyunca uyuşturucu kullandım. Esrarla başladım, hap, eroinle devam ettim. Lise 1’de üst üste 2 yıl sınıf tekrarı olunca okulu bıraktım. Mersin Devlet Hastanesinden bir doktor bana Manisa’da sizin yaş grubunuzla ilgili bölüm var, orada tedavi görürsen senin için daha faydalı olur dedi. Gençleri şunu tavsiye ediyorum gençler hiç başlamamalı, başladıysalar bile en kısa zamanda tedavi olup kurtulmalıdırlar. Benim anam ağladı, başkaların anası ağlamasın” diye konuştu.

OĞLUM UYUŞTURUCUYA BAŞLAMADAN ÖNCE DAHA OLGUN DURUMDAYDI
Taburcu olan C.K’nin annesi S.K(45) “ Biz yandık başkaları yanmasın. Oğlum arkadaş ortamında başlamış 3 senedir fark ettik ama bir türlü çaresini bulamadık. 3 yıldır mücadele ediyoruz. Adana’da yatırdık. En son buraya geldik. Bizde, çocuğumuzda çok zor günler yaşadık. Ailece yıprandık. Çocuğumuzun uyuşturucu kullanmasını aşağı yukarı kullanmaya başladıktan 3 sonra fark ettik. Arkadaş çevresinden dolayı buna bulaştı. Yoksa aile içinde herhangi bir sorunumuz yok. Tek sorunumuz bu uyuşturucu. Tedavi olumlu geçti inşallah bir daha bu kötü günleri yaşayamayız. Oğlum uyuşturucuya başlamadan önce daha olgun daha iyi bir durumdaydı. Beni çok severdi. Dünyada en çok sevdiği kişi bendim. Bu uyuşturucuya başladıktan sonra benden nefret etmeye başladı. Beni dövdü, bana her türlü zararı vermeye başladı. Başladıktan sonra aileye bize düşman olmaya başladı. Odada tek başına karanlıkta oturuyordu. Kimseyi yanına istemiyordu. Biz yanına yaklaştığımız zaman sanki kendisine zarar verecekmişiz gibi düşünüyordu. Bizi düşman gözüyle görüyordu, sanki biz onu öldürecekmişiz gibi düşünüyordu. Beyin çalışmaz hale gelmişti. Bir şey yapmak istiyordu ama yerinde kalıyordu. O pisliğin içine düştü mü çıkarması o kadar zor ki. Mersin’de her tarafa başvurdum ama çare bulamadık. Aileler çocuklarına dikkat esinler. Çocukların arkadaş çevresine çok iyi dikkat edilmelidir. Okul çevrelerinde çok satılıyor. Okul çevrelerine dikkat edilmeli. Aileler çocuklarını sürekli takip etmeleri lazım” diye konuştu.

3 Eylül 2009 Perşembe

Geçmiş Gelecek Masal mı ?

Eğlenceye düşkünlüğü günümüzde çok yaygın ve âdeta teşvik görmektedir.. Ülkemiz dâhil hemen her yerde gırtlağına kadar kötülüğe gömülmüş bir sürü insan var ve bunlar, içinde çıktıkları toplumların bünyesinde âdeta birer virüs yığını. Akıl, mantık, olayların sebeb sonuç ilişkisini mdeğerlendirme ve güzel insanı değerler yerine arzu ve güdülerine bağlı hareket eden bu dengesiz kişilikler, sürekli şahsi zevkler peşinde ömür tükettikleri gibi çevrelerindeki pek çok iradesiz kimseleri de aynı duruma çekerek onları da çürütmektedirler. Bu grup insanlar Ömer hayam gibi
"Geçmiş gelecek masal hep,
Eğlenmene bak,
Ömrünü berbat etme." tarzında düşünen çok insan var.
Dünsüz, yarınsız ve kural tanımaz bu çakırkeyf nesillerin zevk u safâ adına nerede duracaklarını ve gidip daha nelere dalacaklarını bugünden kestirmek mümkün değil. Hele bir de televizyon, radyo, bazı medya kuruluşları ve bir kısım karanlık eğlence yerleri bunların arzu ve güdülerini gıdıklıyor ve iç heves ve arzularını şahlandırıyorsa..!

Kadınlar ve Depresyon

Kendimi üzgün ve alıngan hissediyorum.
Bana daha önce zevk veren şeylere karşı ilgim azaldı.
Uyku düzenim, iştahım, kilom değişti.
Enerjimin bittiğini ve yorgun olduğumu hissediyorum.
Umutsuz, suçlu, değersiz ve kifayetsiz olduğumu düşünüyorum.
Konsantre olamıyor, düşüncemi toplayamıyorum.
Herhangi bir konuda karar vermekte güçlük çekiyorum.
Arkadaşlarım değiştiğimi söylüyorlar.
Çok sık bir şekilde ölümü arzuluyorum.

Bir insanda yukarıdaki belirtilerin üçü veya daha fazlası varsa, o kişi depresyon tanısı alır. Ancak yaşanan her üzüntü yada hüzün depresyon değildir. Bir kimseye bu teşhisin konulmasında stres, ailede depresyon geçirenlerin varlığı ve o kişinin -varsa- daha evvel atlattığı ruhsal hastalığın rolü büyüktür.
Depresyon çağımıza damgasını vuran hastalıklardan biridir. İnsanın hayatla arasındaki en güçlü bağlarını kopma noktasına getiren, en azından zayıflatan bir rahatsızlıktır. En önemli özelliği ise 'yeti yitimi' dediğimiz, kişiyi verimsizleştiren durumdur. Bu sebeple hayatî tehlikesi kalp hastalıkları kadar olmasa da bilhassa iş verimindeki düşüşün engellenmesi için mücadele gerektirir.
Erkeklerde depresyon görülme sıklığı kadınlara nazaran daha azdır. Fakat erkeklerde depresyonun intiharla sonlanma oranı daha yüksektir. İntiharla ölen kişilerin beyin omurilik sıvılarındaki serotonin maddesinin 10 -15 misli düşük çıkması hastalığın tedavisinde ilacın önemini göstermektedir.
Depresyondaki kadınların en büyük sıkıntısı anlaşılamamaktır. Şeklen bakıldığında organları yerindedir. Hayatları gayet muntazam, maddi ve manevi refahları yerinde olduğundan adeta rahatlığın onları sıktığı düşünülür. Depresyondaki bir kadının yakınları ona "gez, dolaş, kafanı dağıt, takma kafana, kendi kendinin doktoru ol" gibi telkinlerde bulunurlar. Oysa hasta zaten bunları yapmaya çalışıyor ama başaramıyordur. Çevresi rahatsızlığın istem dışı olduğunu bilmediği için depresyondaki kadının hastalığı daha da ağırlaşır.
Adet döngüsü değişimleri, gebelik, düşük yapma, doğum sonrası zayıflık, menopoz gibi hormonal etkenler kadınlarda depresyonu tetikleyen unsurlardır. Diğer taraftan çalışan kadının evdeki sorumluluklarının devam etmesi ve eşinin cinsel aldatmaları, ev hanımlarının çocuklarını yalnız başlarına yetiştirmeleri, yaşlı insanlara bakmaları ve yaptıkları işin o esnada somut bir şekilde gözükmemesi gibi durumlar fazladan strese sebep olarak depresyonu tetikleyebilir.
Depresyon tedavisinde kadını tek olarak ele almak yeterli olmaz. İlaç, psikoterapi, elektromanyetik tedaviler dışında aile bireylerini de kapsayan tedavilerine ihtiyaç vardır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Haberler: Psikiyatrist Dr. Selma Coşkun

19. 08. 2009 tarihinde merkezimizde Psikiyatrist Uzman Dr. Selma Coşkun hasta kabul etmeye başlamıştır. Kendisine yeni görevinde başarılar dileriz.

Haberler: Psikiyatrist Dr. Hasan Semih Bilgin

Merkezimizde çalışmakta olan Psikiyatrist Hasan Semih BİLGİN' in Vezirköprü Devlet Hastanesine tayini çıktığı için görevinden 18 Ağustos 2009 tarihinde ayrılmıştır. Kendisine yeni görevinde başarılar dileriz.

Bayanlarda depresyon

Dünya genelinde en çok görülen ruhsal hastalıklardan biri olan depresyon, kadınlarda daha da çok görülüyor.
Şişli Etfal Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nden Psikiyatrist Dr. Sibel Mercan, insanların zaman zaman kendilerini üzüntülü ve mutsuz hissettiğini belirterek, işten ayrılma, sevdiğini kaybetme veya başarılı olamamanın üzüntüye neden olabildiğini söyledi. Üzüntülü durumun uzaması ve nedensiz ortaya çıkmasının ruh sağlığı sorunu ve depresyon olarak tanımlandığına dikkat çeken Mercan, bu hastalığın duygu düşünce ve davranışı etkilediğini, tedavi edilmediği taktirde aylar, yıllar bazen de ömür boyu sürebildiğini kaydetti.
Depresyonun bir neden olmaksızın aniden, stresli bir olaydan sonra, tek atak olarak yaşam boyu sürebileceğine işaret eden Mercan, "Depresyon bazen tekrarlayan ataklar halindedir. Bazen bulguların şiddetli olmasıyla hastalar iş yapamaz hale gelebilir. Bazıları ise iş yapabilir ama sürekli mutsuzluk hisseder" dedi. Depresyona yakalanma riski
Yaşam boyu depresyon geçirme riskinin yüzde 15 dolayında olduğunu, kadınlarda bu oranın yüzde 25’e kadar çıktığını söyleyen Mercan, hemen hemen tüm toplumlarda depresyonun kadınlarda iki kat daha fazla olduğunu ifade etti. Mercan, gebelikte, doğum sonrası dönemde ve menopozda depresyon geçirme riskinin arttığını vurguladı. Mercan, sürekli bedensel hastalığı olanlarda daha fazla görülen depresyonun kısırlık tedavisi gören kadınlarda normal kadınlara göre iki üç kat fazla depresyon ortaya çıkabildiğine dikkat çekti. Yaşı yok
Psikiyatrist Mercan, depresyon görülen hastaların yüzde 50’sinin 20-50 yaş arasında bulunduğunu kaydederek, çocuklarda ve yaşlılarda da depresyon görüldüğünü söyledi. Boşanmış, ayrı yaşayan veya yalnız yaşayanlarda evlilere göre daha sık depresyona rastlandığını belirten Mercan, "Sosyal çevre veya ekonomik seviye ile depresyon geçirme oranı arasında ilişki yoktur. Kültürel etkenlerle depresyon arasında ilişki yoktur. Yakın akrabalarda depresyon geçiren birilerinin olması depresyon geçirme riskini artırır" dedi. Uyku bozukluğuna dikkat
Psikiyatrist Mercan, depresyonun en sık uyku ve iştah bozukluğu belirtileriyle ortaya çıktığını belirterek, depresyonun ciddi bir hastalık olduğunu ve kendi haline bırakıldığında zaman içinde düzelebileceği gibi genelde uzun süre devam ettiğini veya ağırlaştığını kaydetti. Mercan, ağır depresyonda olan kişinin iş güç yapamaz hale gelebileceğini vurguladı. Uyku bozukluğunun başka hastalıkların belirtisi olarak ortaya çıktığını dile getiren Mercan, "Nedeninin araştırılması gerekir. Astım, kalp hastalığı gibi bedensel hastalıklar nedeniyle olabileceği gibi depresyon, mani benzeri psikiyatrik hastalıkların çoğunda görülebilir" dedi. Depresyon hastalarının sıklıkla uyku bozukluğundan yakındıklarını dile getiren Mercan, bu nedenle uykusuzluk şikayeti olanların çevredeki insanların önerdiği ilaçları veya kendi başına eczaneden alınan uyku ilacını kullanmak yerine bir uzmana başvurarak temelde yatan nedeni araştırması gerektiğini kaydetti.

1 Eylül 2009 Salı

İnternetten Etkilenen Karı Kocalar

http://www.manisalife.com/Haber-Oku/5267/internetten-etkilenen-sadece-cocuklar-degil/

İNTERNETTEN ETKİLENEN SADECE ÇOCUKLAR DEĞİL
Ruh ve Sinir hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Genç Psikiyatristi Uzman Doktor İsmail Yavaş, internetin çağımız açısından çok faydalı bir gelişme olduğunu fakat bunun yanında zararlarının da olduğunu belirterek internetin yuva yıkımlarından boşanmalara kadar ciddi sorunlara neden olduğunu söyledi. Gereğinden fazla internete girilmemesi gerektiğini vurgulayan Yavaş, sadece çocukların değil annelerin, babaların ebeveynlerinde olumsuz etkilendiğini ifade ederek ailelere tavsiyelere bulundu.Çağımız açısından çok faydalı bir gelişme olan internetin, faydalarının yanında zararlarının da olduğunu belirten Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Genç Psikiyatristi Uzman Doktor İsmail Yavaş, internetin sadece çocukları değil anneleri, babaları ebeveynleri de olumsuz etkilediğini ifade ederek, internetin yuva yıkımlarından boşanmalara kadar ciddi sorunlara neden olduğunu söyledi. Uzman Doktor İsmail Yavaş, "İnternet çağımız açısından çok faydalı bir gelişme. Ancak sadece çocuklarımızın değil anneleri, babaları ebeveynleri de olumsuz etkiliyor. İnternet ortamında mesela bir yere giriyorsunuz bir araştırma yapıyorsunuz oradan bir yan pencere açılıyor biri sizi sohbete davet ediyor diye. İradesine ve kendisine hakim olmayan bazı kişiler orda bir tıkla hiç tanımadığı tehlikeli mi tehlikesiz mi yuvasını yıkacak bir facianın başlangıcı mı olur bunları düşünmeden tıklıyor. Bunun arkasından da yuva yıkımlarına kadar giden, boşanmalara kadar giden ciddi sorunlar problemler yaşıyor. Çünkü yeni birisiyle tanışıyor, bu cins karşı cinsten biri oluyor. Ve yuvalar yıkılıyor, sarsılıyor. Böyle zaman zaman görüyorsunuz bu tahmin edildiğinden daha ciddi bir sorun. Bayan ya da erkek olsun böyle bir çukura ayakları kayabiliyor, düşebiliyor. Bir okyanus düşünün okyanusun kenarında plajdan itibaren 100 metre tehlikesiz olabilir. Ama 100 metreden sonra köpek balıkları var, balinalar var deniz yaratıkları vardır. İnternet dünyası da böyledir. İhtiyacımız olduğu kadar gireceğiz onun dışında çıkacağız. Nasıl ki evimize yabancı bir insanı almıyoruz, tanımadığımız bir insanı almıyoruz, hatta komşularımız arasından bile seçiyoruz internette de sadece bildiğimiz tanıdığımız insanlarla ve o da ihtiyaç olduğu kadar görüşmeliyiz."dedi.

AİLEDE CİDDİ PROBLEMLERE YOL AÇIYORİnternete laf olsun diye can sıkıntısını gidermek için girilmemesi gerektiğini vurgulayan Dr. Yavaş, "Can sıkıntısını gidermek için başka şeyler var. Mesela çocuklarımız la ilgilenebiliriz, kitap okuyabiliriz, değişik uğraşılar oluşturabiliriz. Bize faydası olacak güzel belgeseller, dizi programları bile izleyebiliriz. Ancak sırf eğlence için, boş vakit geçirmek için internet dünyasına dalıpta tehlikenin içerisine kulaç açmak doğru bir şey değil. Bunu söylüyorum çünkü polikliniklerimize gelen çok oldu. Bir şekilde kolay tanışma ortamı olmuş oluyor. Birde kişiler uyumsuz oluyor. Kişiliğinize hiç uygun olmayan biri ile sadece bazı dürtülerin etkisiyle bir görüşme oluyor. Bunlar da ailede ciddi problemlere yol açıyor. "şeklinde konuşarak uyarılarda bulundu.

28 Ağustos 2009 Cuma

Bir Şeyleri Değiştirmek İsteyen İnsan Önce Kendinden Başlamalıdır

http://www.manisahurisik.com/artikel.php?artikel_id=662

Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır. Hanımların kocam değişmedikten sonra ben değişsem ne fark edecek dediğini duyuyor gibi oluyorum. Ya da hep ben mi taviz vereceğim de diyebilirler. Beyler de hanımları için aynı şeyi söyleyebilirler. Ancak ben ısrarla aynı şeyi söylüyorum. Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır. Sizin düşünceleriniz, duygularınız, davranışlarınız değiştikçe etrafınız da sizin değişiminizle paralel olarak farklı bir şekil alacak. Siz değiştikçe eşiniz de değişecek. Bizi mahveden yanlışlarımız değil doğru zannettiklerimizdir. Bazı insanlar hep aynı şekilde davranıyorum ama hiçbir şey değişmiyor diyorlar. Tabii ki değişmez. Hep aynı şekilde davranırsanız aynı sonucu elde edersiniz. Değişik sonuç için farklı davranmanız gereklidir. Farlı yaklaşımlar farklı sonuçları doğurur. Diyelim ki eşinizle şiddetli geçimsizliğiniz var. Siz ne yaparsanız yapın sonuç değişmiyor. Gün ve gün her şey daha kötüye gidiyor. Yuvanızı kurtarmak istiyorsunuz. Kendinizi çaresiz hissediyor ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Böyle giderse boşanabileceğinizi bile düşünüyorsunuz. Yapmanız gereken bir şey var. Her şeyi değiştirebilecek bir şey. O da sizin değişmeniz. Çözüm için sizin değişmeniz gerekiyor. Bu değişimi önleyen birkaç yanlış düşünce şunlardır: 1. Hep ben mi değişeceğim? 2. Haksız olan o, haklı olan benim. Niye ben değişeyim ki? 3. Hep ben mi taviz vereceğim? 4. O değişmedikçe hiçbir şey değişmez. 5. Benim değişmem hiçbir şeyi değiştirmez. 6. …………………………………………….. Kimin haklı olduğu değil, neyin doğru olduğu önemlidir. Diyelim ki bey haklı. Ne değişecek. Ya da diyelim ki hanım haklı. Ne değişecek. Hiçbir şey. Önemli olan haklılık değil, kavga etmemektir. Haklıyı bulsak ne değişecek ki. Üstelik bu durumlarda çoğunlukla herkes kendine göre haklıdır. Peki, doğru olan nedir? Ne olursa olsun kavga etmemek. Taviz vermemek çözüm değildir. Kavga etmemek için taviz vermek gerekliyse susulmalıdır. Çözüm ne olursa olsun kavga etmemektir. Kavga olmasın da varsın karşı taraf haklı olsun. Kimse kaybetmez. Ailede herkes kazanır kavga olmayınca. Çözüm kapıdadır. Ama kapıyı itmeyince açık olduğu anlaşılmaz ki. Zannedilir ki kapı kilitlidir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çoğunlukla açık bir kapı bulunur. Biri kapalıysa diğeri açıktır. Tabii ki aranmayan şeyin bulunması imkânsızdır. Ben yıllarımı psikiyatriye vermiş biri olarak diyorum ki en kötü evlilik bile düzelir. Düzelmeyecek bir yuva yoktur. Boşanma asla çözüm değildir. Ayrılık hiçbir şeyi düzeltmez. Aksine her şey daha kötüye gider. Asıl çözüm birleşmekte, dağılmamaktadır. Ah ayrılıklar ah. Çözüm olamazsın sen hiçbir soruna. Önce yatak odasında birleşilmeli. Karı kocanın tenlerinin birbirine değmesi birçok soğukluğun panzehiridir. Soğukluğun araya girdiği bir ailede aynı yatağı paylaşmak çok zor gelebilir. Ama bunu zorlamak gereklidir. Soğuklukları gidermek için cinsellik karı koca arasında en üst düzeyde yaşanmalıdır. Cinselliğin niteliği, içeriği, sayısı, eşi memnun etmesi için her iki taraf ta en üst düzeyde çalışmalıdır. Taraflardan biri isteksizse diğeri alttan almalı, gerekirse tek taraflı da olsa evliliğin bu en önemli fonksiyonu hasta olan eş düzelinceye kadar yüklenmelidir. Eşlerin arasının iyi olmasında düzenli ve kaliteli bir cinsel yaşam önemlidir. Aralarında sorun olsun olmasın her eşe cinselliği en üst seviyede yaşamalarını tavsiye ederim. Başlangıçta rol icabı dahi olsa bunu deneyin. Yaşınız ne olursa olsun. Eşinize yaklaşın. Yatak odanızı ayırmayın. Evin o en mahrem, en güzel yerinin hakkını verin. Dahasını da söyleyeyim mi? Eşinizi sevmiyor, hatta nefret ediyorsanız bile dediklerimi yapın. Zorlayın kendinizi. Görün bakalım ne olacak?

23 Ağustos 2009 Pazar

Sahipsiz Çocuklar

http://www.manisahurisik.com/artikel.php?artikel_id=1076

Sahipsiz Çocuklar

Ne yazık ki toplumumuzda çocuklarımız çok yalnızlar. Poliklinik yaptığım günlerden birinde satanist bir gruba giren bir kız çocuğu yanıma geldi. 16 yaşındaki bu kızı Rock müzik grubuna sözüm ona solist olarak almışlar. Bana geldiğinde depresyon belirtileriyle geldi. Aşırı sinirli, gergin, neşesiz, keyifsiz, hiçbir kural tanımaz bir çocuk idi. Anne baba sözü dinlemek, büyüğü saymak diye bir şey yoktu bu genç kızda. Anne baba bu genç kızı iyi bir şeyler öğrensin diye evlerinin karşısındaki dairede oturan, üniversitede okuyan ve geleneksel yaşamı olan ablalara yollamışlar. Ama çocuk oradan kaçıp kötü arkadaşlarının yanına gitmiş. Ablalar da okul yaşantısı, iş güçten çocuğu gözlerinden kaçırmışlar. Gittiği satanist ortamda arkadaşları tarafından fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete uğramış. O genç kızla tedavi çalışmalarımızda çok iyi noktalara geldik. Şu anda iyi bir rehabilitasyon programından geçiyor.

Üzücü olan toplumumuzun geldiği bu karanlık dönem. Geçmiş dönemlerdeki karanlık devreleri hiç aratmayacak kadar zifiri karanlık bu dönemde bazen umutsuzluk her yanımızı sarıyor. Ancak biliyoruz ki gecenin en derin karanlığının hemen arkasını aydınlığın ilk ışıkları takip eder. Toplumumuz oldukça bozuldu. Bozuk olmak bir anlamda karanlık demek. Karanlık çok artınca ardından aydınlık geliyor. Karanlık o kadar çok arttı ki acaba aydınlık çok yakın mı diyesi geliyor insanın. O derece zifiri karanlıktan geçiyor toplumumuz. Eğitiminizi tamamlayamazsınız aydınlık gelince bir şey yapamazsınız. Zor dönemlerin altından güçlü eller kalkar. Bugün boşanmak sıradan bir iş haline geldi aileler için. Neden bu asırda böyle olumsuzluklar daha fazla ? Menfaat ve kişilik çatışmalarının en fazla olduğu asır. Kardeşin kardeşe en çok çatıştığı asır. Sancı olmadan doğum olmaz. Aydınlık öncesi karanlık olmalı ki doğum olsun. Karanlıktan eğitim alıyoruz. Bu dönemde kendi kendimizi de eğitmemiz gerekir. Senaryoyu iyi okuyan iyi artistir. Senaryo kendimizi iyi eğitmemiz gerektiğini söylüyor bizlere. Karanlık geceler, aydınlık geleceklerin habercisiyse eğer, üzülmemeli, umutla geleceğe hazırlanmalıyız.

Lokal bir problem mi var. Oradaki problemi düşünmeli. Sadece o problem üzerine yoğunlaşmalı. Çünkü aydınlık tek tek yağacak gökyüzünden. Aileler, anneler, babalar, çocuklar, gençler tek tek gelecekler aydınlık yola. Şair karanlık ve aydınlığı rüyasında görmüş. Bakınız nasıl dizelere döktürmüş.

Gördüm aydınlık geleceği rüyamda bir gece, Işıklar yağıyordu her tarafa sessizce... Ahenkle işleyen bir saat gibiydi isler; Bir bir silinip gitmisti asırlık teşvişler... Ve herkes birbirine yürekten bakıyordu; Somaki musluktan kevserler akıyordu. Tertemiz çehreleri ile geçerken öğretmenler, Ümitlerimize bir bir fer salıp geçtiler. Yeni bir dünya kuruluyordu; harıl harıl... Her taraf gökle yarışır gibi... pırıl pırıl ! Geçtikçe tekmil bu şimsek bakışlı yiğitler, Anladım; muştusu verilen zamanmış meğer. Civanlar gördüm yüzlerinde gariplik rengi, Hükmettım kı bunlar,o ilk öğretmenlerin dengi. Dolaştım her tarafı usanmadan,bezmeden; Ziya ıçenlere erdim bir ulu çesmeden... Şükranla gerilip gezenler vardı kolkola.. Sonra teker teker ulaştı herkes AYDINLIK YOL'a...

9 Ağustos 2009 Pazar

Geçmişe Bakınca Yarın Gelmiyor

Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır.

Tik Tak Şarkı Sözleri

Geçiyor zaman bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

SoruLArımı acıLarımı beni kuşatan anıLarımı
TopLadım birer birer Sattım ah bir eskiciye
Ne kazandı üzüLenLer Göz yaşı dökenLEr
Geriye bakıpta DüşünenLer
Kazanamaz asLa bu koç oyunu

Koş sakın ha ayağına bakma
Koş sakın ha yarıda bırakma
Nefesini tut durma aramaktan korkma

Tik tak tik tak...

Geçiyor zaman bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

SoruLArımı acıLarımı beni kuşatan anıLarımı
TopLadım birer birer Sattım ah bir eskiciye
Ne kazandı üzüLenLer Göz yaşı dökenLEr
Geriye bakıpta DüşünenLer
Kazanamaz asLa bu koç oyunu

Koş sakın ha ayağına bakma
Koş sakın ha yarıda bırakma
Nefesini tut durma aramaktan korkma

Tik tak tik tak...

Geçiyor zaman bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

Tik tak tik tak...

Geçiyor zaman bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

Zaman zaman durma içimizden geç
zaman durma korkuyor senden

Tik tak tik tak...

Geçiyor zaman bekLemiyor, bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca, Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

Tik tak tik tak...

Geçiyor zaman bekLemiyor
Aşk bir kez kaçınca geri geLmiyor
O zamanı yakaLa sakın ha yoruLma
Geçmişe bakınca yarın geLmiyor

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Vesileyi Değil Aslı Gör

Hak kulundan intikamı kul eliyle alır.
İlmi hakkı bilmeyenler, Onu pul yaptı sanır;
Cümle eşya Halık’ ındır, Kul eliyle işlenir.
Emri Bari olmadıkça, Sanki bir çöp depreşir.

31 Temmuz 2009 Cuma

Anksiyete Bozukluğu

KAYGI BOZUKLUKLARI
Kaygı bozuklukları nedir?
Kaygı, fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği, normal dışı ve nedensiz bir aşırı korku hali diye tanımlanabilir. Kaygı bozukluğu olan kişi kendisini huzursuz hisseder ve kötü birşey olacakmış endişesi taşır fakat bu durumunu açıklayacak somut bir tehdit veya tehlike gösteremez. Aslında korku insanın doğasında varolan ve güvenliğimizi tehdit eden ya da tehdit etmesi muhtemel olan tehlike durumlarına karşı önlem alarak kendimizi korumamız için hayati öneme sahip olan bir duygudur. Korkular ve kaygılar gündelik yaşamda sıklıkla gösterdiğimiz tepkilerdir. Örneğin evimizde sessiz bir ortamda otururken birden patlamaya benzer bir ses duyduğumuzda irkilmemiz ya da bir iş görüşmesine giderken tedirginlik duymamız olağan tepkilerdir.
Kaygı bozukluğuna sahip kişilerde ise bu tepkiler daha yoğundur ve duruma özgü değildir. Bu tepkiler onların yaşamlarını olumsuz yönde etkiler ve birçok durumda hayatlarını güçleştirir. Normal kaygının kişiyi tehlikelere karşı uyarma, koruma ve harekete geçirme özellikleri söz konusudur. Aşırı kaygı durumlarda bir kaygı bozukluğundan söz etmek mümkündür. Kaygı bozukluklarında, kaygıya neden olan durumun veya olayın şiddeti ortaya çıkan korkunun yoğunluğu ile orantılı değildir. Kaygı bozukluklarında; çarpıntı, göğüs ağrısı, bayılma hissi, ağrı, sızı, ürperme, yorgunluk, baş dönmesi, uyuşma, bulanık görme, titreme, halsizlik, yutkunma güçlüğü, karın ağrısı, mide bulantısı, ishal, sık idrara çıkma veya sıkışma hissi, adet sorunları, ağız kuruması, terleme, ateş basması, ellerin buz gibi olması, nefes alamama, aşırı hızlı soluk alıp verme vb gibi fiziksel belirtilerin tümü veya bazıları gözlenir.
Ortak özellikleri kaygı olan bir dizi bozukluk Kaygı Bozuklukları adı altında toplanmaktadır.
Ayrılık Kaygısı
Panik Bozukluk
Fobiler
Obsessif-Kompulsif (Takıntılar/Saplantılar) Bozukluk
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Yukarıdaki bozukluklardan Ayrılık Kaygısı Bozukluğu yalnızca çocuklara özgüdür.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu Nedir?
Ayrılık Kaygısı, çocuğun bağlandığı kişiden ayrılmaya karşı aşırı kaygı tepkisi vermesi olarak tanımlanmaktadır. Bu kaygı, bağlandığı kişiye zarar gelebileceğine veya çocuğu sevdiği kişiden ayıran bir takım felaketlere yönelik gerçek dışı ve sürekli bir endişe durumu; okula gitmeyi, bağlılık figürü olmadan uyumayı istememe veya reddetme; ayrılık konulu kabusların tekrar tekrar ortaya çıkması ve ayrılık durumunda aşırı rahatsızlık veya fiziksel belirtilerle kendisini gösterir. Belirtiler en az 2 haftalık bir süre ile devam etmelidir. Ayrılık kaygısı bozukluğu yaygın değildir ve hem erkekler hem de kızlarda eşit oranlarda görülür. Hemen hemen tüm çocuklar, özellikle de erken çocukluk döneminde bir miktar ayrılık kaygısı gösterirler. Bu yaygınlık düzeyi tanı konulması ve müdahale edilmesinde sorun yaşanmasına neden olmaktadır.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğunun Nedenleri Nedir?
Çocuklar, bebeklik döneminde anneleri ya da kendilerine bakan kişi ile aralarında bir sevgi bağı geliştirirler. Bu normal gelişim içerisinde gelişen ve çocuğun gelişimi açısından son derece gerekli sağlıklı bir bağlanmadır. Yaşamın ilk yıllarında çocuğun annesinden veya kendisine bakan kişiden ayrılmaya karşı tepki vermesi ya da ayrılık kaygısı yaşaması normal bir gelişimsel durumdur. Çocuk bu bağlanma sayesinde çevresi ile bir güven ya da güvensizlik ilişkisi kurar. Çocuğun annesi veya kendisine bakan kişi ile güvenli bir bağlanma ilişkisi kurması sonucunda bu ayrılık kaygısı yavaş yavaş azalır ve çocuk bağımsız olmayı öğrenir. Ancak bu bağlanma ilişkisinin güvenli bir şekilde gelişmemesi durumunda çocuğun duyduğu ayrılık kaygısı zamanla azalmak yerine kalıcı hale gelebilir.
Panik Bozukluk nedir?
Panik atak, bedensel belirtilerin de eşlik ettiği yoğun korku ya da rahatsızlık dönemleri olarak tanımlanmaktadır. Ataklar sırasında şiddetli bir ölüm, kontrolünü kaybetme ve çıldırma korkusu vardır. Bu belirtilerin yanında, baş dönmesi, bayılma hissi, nefes alamama, nefes darlığı, çarpıntı, göğüste sıkıntı, bulantı ya da karın ağrısı, terleme, titreme uyuşma ve karıncalanma gibi bazı fiziksel belirtiler de panik atağa eşlik eder. Kişi ölümün kalp ya da solunum yetmezliğinden olacağına inandığından, çarpıntı ve göğüs ağrısı gibi kaygının fiziksel belirtilerini yaklaşan ölümün kanıtlarıymış gibi algılarlar. Kişi telaşlı ve şaşkın bir halde bu durumdan kurtulmak için aşırı bir çaba gösterir. Panik atak sırasında, aşırı hızlı soluk alıp vermeden dolayı bayılmalar görülebilir. Ataklar esnasında dikkatini yoğunlaştırma, hatırlama ve konuşma güçlüğü söz konusu olabilir. Panik bozukluktaki ataklar günde birkaç kez ile yılda birkaç kez arasında değişkenlik gösteren sıklıkta olabilir. Panik atak genellikle 10 dakika içinde hızla en şiddetli düzeye ulaşır, 20-30 dakikada yavaş yavaş, bazen de aniden kendiliğinden düzelir. Ataklar nadiren 1-1.5 saat kadar devam eder. Panik bozukluktan söz edebilmek için yukarıda yer alan belirtilerin en az bir ay süre ile devam etmesi gereklidir.
Panik bozukluğun kadınlarda görülme riski erkeklere oranla 2-3 kat daha yüksektir. Son zamanlarda bir ayrılık ya da boşanma yaşamış olma panik bozukluk riskini artırmaktadır. Her yaşta görülebilirse de, genellikle ergenlik döneminin sonu ile genç erişkinlik döneminin başlangıcı olan 20’li yaşlarda başlar.
Kişinin erken tanı konulması veiyi tedavi edilmesi durumunda iyileşme şansı yüksektir. Hastalar % 30-40 oranında tamamen, % 50 oranında kısmen iyileşmekte, % 10-20 hasta tedaviden yararlanmamaktadır. 5-10 yıllık olgularda bile uygun tedavilerle aynı tedavi şansına ulaşabilmek mümkündür.
Nasıl Tedavi Edilir?
Tedavisinde ilaçlarla birlikte psikoterapi yaklaşımlarına başvurulur. Hastanın bedensel belirtiler hakkındaki yanlış yorumlarının ve panik atakların süresi ve sonuçları ile ilgili yanlış fikirlerinin düzeltilmesine yönelik bilişsel, panik atak esnasında uygulanabilecek gevşeme ve nefes alma eksersizlerini öğreten, ayrıca korkulan durumlarla hastayı yüzleştirerek duyarsızlaştırmayı amaçlayan davranışcı yaklaşımlar da en az ilaçlar kadar etkilidir.
Fobiler
Fobi, genel olarak gerçekte yoğun düzeyde korku yaratmayacak bir nesneye, etkinliğe veya duruma karşı aşırı düzeyde korku duyma ve bundan kaçınma davranışı olarak tanımlanabilir. Fobisi olan kişiler belirli bir durum, nesne veya olayla karşılaştığında aşırı düzeyde kaygı duyarlar. Örneğin böcek fobisi olan bir kişi bir böcekle karşılaştığında ve hatta televizyonda bir böcek gördüğünde buna karşı yoğun bir şekilde kaygı tepkisi verir ve bu durumdan sakınmaya veya kaçmaya çalışır. Fobiler iki temel grupta toplanabilir ancak okul fobisi olarak da tanımlanan ve yalnızca çocuklara özgü olan bir durum da söz konusudur.
Okul Fobisi (Okul Korkusu) nedir?
Okul reddi olarak da adlandırılan okul fobisi durumunda okula gitmeye karşı mantıksız bir şekilde korku duyulması ve okul zamanı yaklaştıkça yoğun kaygı ve panik belirtileri gösterilmesi ve sonuçta da kısmen veya tümüyle okula gidilememesi söz konusudur. Okul korkusuna sahip çocuk okul vakti yaklaştıkça yoğun bir telaş yaşar ve okula gitmemek için türlü bahaneler uydurur, okula gitmemek için yalvarır, ağlar veya bağırır çağırır. Yoğun bir korku ve kaygı tepkisi sergiler. Mide bulantısı, karın ağrısı, vb. gibi belirtiler görülür. Okula gitme saati geçtikten sonra bu belirtiler kendiliğinden ortadan kalkar.
Okul korkusunun nedenleri nelerdir?
Okul korkusu iki farklı durumdan kaynaklanabilir:
okul ortamındaki bazı şeylere karşı duyulan korku (bu durum gerçek okul fobisi olarak adlandırılır)
anneden (ya da çocuğa bakan kişiden) ayrılma korkusu (özel bir tür ayrılık kaygısı bozukluğu durumu)
Okul reddinin, genel olarak belirgin bir nedeni olmasa da, okul değişikliği, anne babanın hastalanması veya ölümü ya da bir kaza veya hastalık nedeniyle uzun süreli olarak evde kalma gibi durumlardan sonra ortaya çıkması da söz konusu olabilir.
Okul fobisi durumunda neler yapılabilir?
Öncelikle yeni okula başlayan çocukların çoğunun, anneden ilk kez uzun süreli ayrı kalma ve yeni bir ortama alışma gibi nedenlerle sergiledikleri okula gitmeyi istememe durumunun okul fobisi ile karıştırılmaması gereklidir. Okula yeni başlayan çocukların okula gitmeye alışmak için zamana ihtiyaçları vardır ve çoğu çocuk birkaç hafta içerisinde okula alışacaktır. Bu tür yoğun tepkiler veren çocuğun annesinin bir hafta veya on gün süre ile okulda bahçe veya sınıf ortamında çocukla birlikte olması önerilebilir. Ayrıca okula yeni başlayan çocukların okula gitmeye karşı sergiledikleri tepkinin yoğunluğu zaman içerisinde azalacaktır. Halbuki okul fobisi durumunda gösterilen tepkinin yoğunluğunda zaman içerisinde bir azalma söz konusu olmaz ve hatta çocuğun sergilediği tepkilerin yoğunluğunda zaman içerisinde bir artış gözlenebilir.
Okul korkusuna sahip olduğu düşünülen çocuklar için öncelikle bir uzmandan yardım istenmelidir. Bu gibi durumlarda çocukların yaşadıkları korku ve kaygı ile başa çıkmaları için ilaç tedavisi yanında çeşitli psikolojik tedavi yöntemleri de kullanılmaktadır.
Özgül Fobi nedir?
Özgül fobi, görülen nesne veya durumlardan belirgin, süreklive anlamsızbir şekilde korku duyma durumu olarak tanımlanır. Korkuya neden olan nesne veya durumun bir yönünden zarar görmeye yönelik bir korku duyulabileceği (Örn; uçak kazasından korkma nedeni ile uçağa binememe ya da ısırılmaktan korkma nedeniyle köpeklerden korkma vb.) gibi korkulan nesne ile karşılaşınca kontrolünü kaybetme, paniğe girme, bayılma gibi sonuçlardan kaygı duyma şeklinde de kendisini gösterebilir (Örn; yüksek bir yere çıkınca baş dönmesi olabileceğinden veya kapalı yerlerde kontrolünü kaybedeceğinden korkma vb). Kişinin kaçmasının mümkün olup olmamasına yönelik düşüncelerine bağlı olarak değişik şiddette olabilmekle birlikte, genellikle fobik uyaranla her karşılaşıldığında kişide aniden başlayan bir sıkıntı tepkisi ortaya çıkar. Kişi genellikle bu kadar korkmanın anlamsız olduğunun bilincindedir. Korku yaratan nesne veya durumla karşılaşmaktan kaçınma ve kaçınmanın mümkün olmadığı durumlarda ise bu duruma ancak aşırı sıkıntı duyularak katlanabilme bu bozukluğun en tipik özelliklerinden birisidir. Duyulan korkunun şiddeti uyaranın yakınlığı ve kaçma yolunun olup olmaması ile çok yakından bağlantılıdır. Yaşanan kaygı düzeyi bazı durumlarda panik derecesinde olabilir. Özgül fobi tanısının konulabilmesi için, yaşanan korkunun belirgin düzeyde sıkıntı yaratması veya kişinin mesleki ve toplumsal işlevlerini bozacak kadar yoğun olması gereklidir.
Korkuyu başlatan nedenler esas alınarak 5 tip özgül fobi tanımlanmaktadır:
Durumsal Tip:Toplu taşıma araçlarında bulunma, tüneller, köprüler, asansörler, uçak yolculuğu, araba kullanma gibi durumlardan korkma. En sık çocuklukta ve yirmili yaşların ortalarında görülür.
Doğal Çevre Tipi:Fırtına, yüksek yerler, su gibi doğal koşullardan korkma. Genellikle çocuklukta başlar.
Kan-enjeksiyon-yara tipi:Kan, yara, enjeksiyon ya da tıbbi müdahalelerden korkma. Hastaların çoğunluğu bu gibi durumlarla karşılaştıklarında bayılırlar. Korku nedeniyle müdahaleden kaçınma, diş ya da beden sağlığının bozulmasına neden olabilir.
Hayvan Tipi: Hayvan ya da böceklerden korkma. Genellikle çocuklukta başlar.
Diğer Tip : Tıkanıp boğulmaktan, soluğunun kesilmesinden, kusmaktan ya da hastalığa yakalanmaya yol açabilecek durumlardan, yüksek ses ya da masal kahramanlarından korkma.
Özgül fobinin nedenleri nelerdir?
Özgül fobiler genellikle tehlike oluşturan bir deneyim sonucunda ya da tehlikeli olduğu konusunda bilgi edinilen nesne ya da durumlara karşı gelişir. Bu nesne veya durum gerçekten de tehlikeyi çağrıştırıcı bir özelliğe sahiptir. Örneğin, köpek saldırısına uğrayan bir kişi köpeklere karşı fobi geliştireceği gibi bu olayı sonradan duyan bir kişi de bu tür bir fobi geliştirebilir.
Fobilerin görülme sıklığı kültürden kültüre değişse de fobik bozukluğun en sık rastlanan ruhsal bozukluk olduğu bilinmektedir. Başta hayvan ve doğal çevre tipi olmak üzere özgül fobiler çoğunlukla kadınlarda görülür.
Nasıl tedavi edilir?
Özgül fobi durumunda uzmanlar tarafından uygulanan bir çok yöntem vardır. Bu yöntemlerin genel amacı kişinin korku duyulan nesne veya durumun kendisi için tehdit veya tehlike yaratmayacağını farketmesini sağlamaktır. Belirgin depresyon ve panik atakların olduğu durumlarda ilaç tedavisi de uygulanmaktadır.
Sosyal Fobi nedir?
Sosyal fobi, başkaları tarafından zayıf, deli ve sıkıntılı olarak görülme korkusu nedeniyle, toplumsal etkinliklerde bulunmaktan sürekli kaçınma ya da bu tür ortamlara ancak aşırı sıkıntı duyarak katlanabilme durumu olarak tanımlanabilir. Kişi korkusunun aşırı ve anlamsız olduğunu bilmesine karşın toplumsal bir etkinlikte bulunacağı zaman sıkıntı yaşar ve bu sıkıntı panik atak düzeyinde de olabilir. Sosyal fobisi olan kişiler toplum önünde konuşma, yazma, yeme, içme, ortak tuvaletleri kullanma gibi çeşitli durumlardan kaçınırlar. Ellerinin ve seslerinin titrediğinin fark edileceği endişesiyle toplumdan uzak dururlar. Kaçınmanın mümkün olmadığı hallerde ancak aşırı bir sıkıntı duyarak bu duruma katlanabilirler. Kaçınma davranışı gelip geçici değildir ve günlük işlerini, kişiler arası ilişkilerini ve mesleki işlevlerini etkileyecek kadar şiddetli ve süreklidir. Korkular küçük topluluklara katılma, üstleriyle konuşma, partilere katılma, karşı cinsle çıkma gibi farklı toplumsal etkinliği kapsayacak şekilde yaygın olabileceği gibi sadece bir etkinlikle sınırlı ya da başarısızlık kaygısı şeklinde de kendisini gösterebilir.
Sosyal fobisi olan kişiler genellikle eleştirilmeye, olumsuz değerlendirilmeye ya da reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık gösterirler, haklarını savunmada güçlük çekerler ve benlik saygıları düşük olabilir ya da aşağılık duygusu gibi belirtiler sergileyebilirler. Korkulan ortamlarda ellerin buz gibi olması ve terlemesi, ses titremesi, kızarma gibi gözlenebilir kaygı belirtileri ortaya çıkar ve kaygı nedeniyle kişinin performansı olumsuz yönde etkilenir.
Sosyal Fobinin nedenleri nelerdir?
Görülme sıklığı bakımından erkeklerle kadınlar arasında belirgin bir farklılık bulunmamaktadır. Başlangıç yaşı 13 ile 19 yaş arasındadır. Stresli ve küçük düşürücü bir olaydan sonra aniden başlayabileceği gibi başlangıç sinsi bir seyir de izleyebilir. Sıklıkla yaşam boyu inişli çıkışlı bir seyir gösterir.
Nasıl Başedilebilir?
Sosyal fobinin tedavisinde hem ilaçlar hem de psikolojik tedaviler etkili olmaktadır. Bazı durumlarda bu iki yaklaşımın birlikte uygulanması tedavinin etkinliğini artırmaktadır.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk Nedir?
İstem dışı olarak ve tekrar tekrar akla gelen rahatsızlık verici düşünce, dürtü ya da kuruntulara obsesyon (takıntı) denmektedir. Obsesyonların oluşturduğu kaygıyı azaltmak amacıyla yapılan tekrarlanan davranış ya da zihinsel eylemlere ise kompulsiyon (saplantı) adı verilmektedir. Obsesif-kompulsif bozukluğun en temel özelliği, boş yere zaman harcanmasına neden olacak düzeyde ağır olan veya belirgin bir düzeyde sıkıntı yaratan ve kişinin yaşamını olumsuz yönde etkileyen obsesyon ve kompulsiyonların olmasıdır.
Obsesif-kompulsif bozuklukta kişi, zihnini sürekli meşgul eden düşüncelerin abartılı, anlamsız ve saçma olduğunun farkında olmakla birlikte, bu farkındalık düzeyi değişkenlik gösterebilir. Bazen düşüncelerin saçmalığı konusunda kararsızlığa düşebilir ya da düşüncelerin saçmalığını kabullenmekle birlikte, iş eyleme döküldüğünde mantıksal yorumlar yapabilir. Bazen de düşüncelerin verdiği sıkıntıya karşı koyamayan kişi, başka bir düşünce veya eylemle bu düşünceleri etkisizleştirmeye çalışarak kompulsiyon geliştirebilir. Tipik obsesif kompulsif bozukluklarda, kişi herhangi bir şeye her temastan sonra defalarca elini yıkar, eve geldiğinde tüm elbiselerini dezenfekte etmeye çalışır, sokağa çıkarken defalarca kapıyı kilitleyip kilitlemediğini kontrol eder. En sık görülen kompulsiyonlar yıkama ve temizlenme, sayma, kontrol etme, sıraya koyma gibi kompulsiyonlardır. Obsesyon ve kompulsiyonlar kişinin dikkatini bir yere yoğunlaştırmasına engel olur ve bu durum da kişinin zihinsel etkinliklerinde yetersizlik yaşamasına ve işlerini yapamamasına neden olabilir. Obsesif-kompulsif bozukluk durumlarında uyku düzensizliği, hastalık hastalığı, suçluluk duygusu, alkol ve madde kullanımı gibi çeşitli belirtiler de görülebilir.
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Nedenleri Nelerdir?
Genellikle ergenlikte ve genç erişkinlik yıllarında başlar. Belirtiler genellikle yavaş ortaya çıksa da bazı durumlarda aniden ortaya çıkması da söz konusu olabilir. Aile bireylerinden öğrenilmesi söz konusu olabileceği gibi olumsuz bir yaşantı sonucunda da kazanılması söz konusu olabilir. Bunun yanında genetik ve benzeri biyolojik nedenlerin de etkili olabileceği bilinmektedir.
Nasıl başedilir?
Obsesif-kompulsif bozukluğun tedavisinde ilaç tedavisi yanında psikolojik tedavi yaklaşımlarının etkili olduğu belirtilmektedir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu Nedir?
Travma sonrası stres bozukluğu; trafik kazası, çatışma, tecavüz, yangın gibi herkes için korkutucu olan ve kişinin fizik bütünlüğünü tehdit eden ya da ölüm tehlikesi oluşturan bir olaydan sonra gelişen bazı belirtiler olarak tanımlanabilir. Bu tür olaylarla karşılaşan ya da sadece şahit olan kişiler, aşırı korktuklarını, çaresizlik ya da dehşet duygusu yaşadıklarını belirtirler. Olayın şiddeti ve kişiye yakınlığı, bu belirtilerin gelişme riskini arttırır. Travma sonrası stres bozukluğu gelişmesi durumunda üç farklı tipte belirti ortaya çıkar:
Olayı tekrar tekrar yaşama : Kişi sürekli olarak travmatik olayı anımsadığından ya da rüyasında sürekli bunu gördüğünden yakınır. Kişi bazen, bu olayları tekrar yaşadığını gösteren nöbetler geçirebilir. Bu nöbetler birkaç saniye veya birkaç saat sürebilir. Kişi olayı ya da olayın bir boyutunu çağrıştıran durumlarla karşılaştığında yoğun sıkıntı duyar ya da fizyolojik tepkiler gösterir.
Travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan kaçınma ve daha önceki yaşamına kıyasla genel bir tepkisizlik hali : Kişi travma ile ilgili konuşmalardan, etkinliklerden ve kişilerden kaçınmak için çaba gösterir. Kişinin dış dünyaya tepki verme düzeyinde genel bir azalma görülür ve insanlardan uzaklaşma, dostluk, sevecenlik, cinsellik gibi durumlara karşı bir ilgisizlik hali ortaya çıkar. Kişi artık bir geleceği olmadığı duygusu yaşayabilir.
Aşırı uyarılmışlık belirtileri : Kişi, travma öncesine göre daha gergin ve sıkıntılıdır. Uykuya dalma ve sürdürme güçlüğü, aşırı irkilme tepkisi, öfke patlamaları, dikkati toplayamama ve iş veriminin düşmesi gibi belirtiler söz konusu olabilir.
Travma sonrası stres bozukluğu hastaları başkalarının ölmüş olmalarına karşın kendilerinin yaşıyor olmalarından dolayı suçluluk duyabilirler. Travmayı çağrıştıran olaylardan kaçınma nedeniyle aile içi, mesleki ve toplumsal ilişkileri bozulabilir. İşe yaramazlık, utanç, üzüntü, öfke gibi duygular yaşayabilirler. Kendilerine zarar verici davranışlar sergileyebilirler. Bu kişiler toplumdan uzaklaşabilir ya da kişilik değişiklikleri gösterebilirler.
Travma sonrası stres bozukluğunun nedenleri nelerdir?
Travmayla karşılaşan kişilerde travma sonrası stres bozukluğu gelişme riski travmanın şiddeti, süresi ve kişinin travmaya yakınlığına bağlı olarak değişmektedir. Toplumsal desteğin zayıf oluşu, daha önceden psikiyatrik bozuklukların bulunması, kişilik bozukluğunun varlığı gibi faktörler de hastalık gelişme riskini artırmaktadır.
Nasıl baş edilebilir?
Travma yaşayan bir kişiye yönelik en doğru yaklaşım, destekleyici, olayı tartışmayı teşvik edici ve sıkıntı ile başa çıkma konusunda uzmanlarca yapılacak eğitici girişimlerdir. Kişinin olayı inkar etmesi engellenmeye çalışılmalı, olayla ilgili duygularını dile getirmesi için teşvik edici yaklaşımlar benimsenmeli ve bu durumdan kurtulmak için gelecekte yapılacaklar aile ile birlikte planlanmalıdır. Aile ya da arkadaş desteği gibi çevresel faktörlerden de yararlanılmalıdır. Destekleyici, eğitici, baş etme gücünü artırıcı ve olayın kabullenilmesini sağlayıcı girişimlerde bulunulmalıdır.

26 Temmuz 2009 Pazar

Depresyon

Depresyon Nedir ?
Kişide kalıtımsal, çevresel ya da hormonal bozukluklar sonrasında gelişen çökkünlük halidir. Aşağıdaki dokuz belirtiden en az beşinin (ilk iki belirtiden en az biri bulunmak üzere), en az iki hafta süresince var olması durumuna "major depresyon" denir. Belirtiler 1-Hemen her gün ve günün büyük bir kısmında gözlenen çökkün bir duygu-durum hali ( kendini mutsuz,ağlamaklı,kederli hissetme hali).2-Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm ya da çoğu etkinliğe karşı ilgi ve zevk almada azalma (daha önce keyif alınan işler,hobiler ve alışkanlıklardan artık hoşlanmama,mecburen yapma hali,(dünyayı verseler umurumda değil şeklinde bıkkınlık hisleri,bazı kişilerde cinsel isteksizlik ).3-Diyet uygulanılmamasına karşın önemli derecede kilo kaybı ya da alımı ( bir ay içinde vücut ağırlığının %5 'inden fazlasının artması ya da azalması) ya da hemen her gün iştahta artma yada azalmanın olması.4-Hemen her gün uykusuzluk ya da aşırır uyku hali.5-Hemen her gün olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik,hareketlilik halinde azalma ya da huzursuzluk (oturmayı veya yatmayı yeğleme ya da sıkıntıdan yerinde duramama)6-Hemen her gün halsizlik ,yorgunluk hisleri,daha önceki günler kadar enerjik hissetmeme.7-Hemen her gün kendini değersiz hissetme,küçük görme,kendini beğenmeme,suçlu ya da günahkar hissetme hali.8-Hemen her gün düşünme ya da konsantrasyon yeteneğinde azalma olması (konuşulanlara,okunan şeylere,izlenilen tv programlarına dikkatini verememe, söylenilenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması gibi) ya da kararsızlık hali.9-Tekrarlayan ölüm düşünceleri,intihar planları veya eylemlerinin varlığı. Depresyonu Anlamak Çoğu araştırmada % 8-20 oranında major depresyon düzeyinde depresif şikayete rastlanmıştır. Kalıtımsal eğilimin olduğu major depresyon vakalarının 30 lu yaşlarda en yüksek düzeyde olduğu gözlenmiştir. Major depresyon ayrılmış ve boşanmış kişilerde en çok;bekar ya da evlilerde ise önceki gruba oranla daha az gözlenmiştir. Eşini yeni kaybetmiş kişilerde ise gene yüksek oranda major depresyona rastlanmıştır. Gene bir çalışmanın sonuçlarına göre bekar kadınlarda evlilere göre daha az oranda depresyona rastlanmış ; erkeklerde ise evlilik, depresyon riskini bekarlığa göre azaltmıştır. Bu kişilerin ailelerinde intihar ve alkolizme yüksek oranda rastlanmıştır. Yapılan bir çalışmada son beş yıl içinde en az altı ay süre ile işsiz kalan kişilerde 3 kat daha fazla major depresyona rastlanmıştır. Major depresyonun erkekler için hayat boyu görülme olasılığı % 2-12 ; kadınlar için % 5-26 arasında bulunmuştur. Araştırmalara göre her yıl major depresyon hastalarına yüz bin kişide 247-598 kadın; 82-201 erkek yeni vakanın eklendiği saptanmıştır. Depresyonun oluşumunda etkili olan kişisel özellikler: -Öfke ve nefretin, çevresindeki kişilerin kaybına yol açacağı düşüncesiyle onlara yönlendirilemeyip, kendisine yönlendirilmesi (bu yapıdaki bir kişilik hayatın ilk 1-2 yıllık döneminde düzenli ve yeterli bir anne-çocuk ilişkisi yaşamamıştır.Kişinin yaşadığı depresyon gerçek ya da farz edilen bir kayıp ile bağlantılıdır).- Kişinin kendisi,çevresi ve gelecekten beklentileri,idealleri ile kendi gerçek durumu o kadar farklı, gerçekdışı ve orantısızdır ki , bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide güçsüzlük ve yalnızlık düşünceleri ile depresyona yol açabilir.-Kişinin süper egosu ( üst benlik) o kadar kuvvetli ve baskındır ki sürekli kişiyi kısıtlayıp, suçlar, zevk verici ,rahatlatıcı etkinliklerden ala koyup, adeta işkence eder.-Kişinin çevresindekiler ondan o kadar çok şey beklemektedir ki ,kişinin bu beklentileri karşılaması olanaksızdır. Bu da zayıflık ve çaresizlik düşüncelerinin gelişip, depresyona gidişe yol açabilir.-Kişinin küçüklüğünden itibaren sevip, saygı ve gurur duyacağı, ondan da destek ve sıcaklık göreceği, benzemek istediği, imrendiği, idealize ettiği düzeyde bir kişi (baba, anne, öğretmen ,akraba vs) yoktur. Bu da kişiliğin gelişimini olumsuz yönde etkiler ve kendine güven kaybı ve depresyona yol açabilir.-Çocuklukta anne-baba ayrılığı ya da kaybı, stresli koşullar karşısında yeterli desteği bulamayıp, yanlış ya da yetersiz başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine, bu da ileri dönemde depresyona zemin hazırlayabilir.- Sahip olunan kişilik yapıları da depresyon gelişiminde etkilidir. Obsesif-kompulsif ,bağımlı, histrionik ve sınırda (borderline) kişilik bozukluğu gösterenlerde depresyona eğilim daha yüksektir.

Tavsiye Kitaplar

Denemeler Monteigne·
Beyaz Zambaklar Ülkesinde Gorigirov Petrov·
İnsan Ne İle Yaşar Tolstoy·
Mesnevi, Şefik Can Tercümesi Mevlana·
Faust Gothe·
Martı Richard Bach·
Simyacı Paulo Coelho·
Onikinci Melek Og Mandino·
Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır Tolstoy·
Şeytan ve Genç Kadın Paulo Coelho·
Beşinci Dağ Paulo Coelho·
Dünyanın En Büyük Mücizesi Og Mandino·
Monte Kristo Alexandre Dumas·
İnci John Steinback·
Felatun Bey ve Rakım Efendi Ahmet Mithad Efendi

Nereden Başlayalım ?

Bir Şeyleri Değiştirmek İsteyen İnsan Önce Kendinden Başlamalıdır
Hanımların kocam değişmedikten sonra ben değişsem ne fark edecek dediğini duyuyor gibi oluyorum. Ya da hep ben mi taviz vereceğim de diyebilirler. Beyler de hanımları için aynı şeyi söyleyebilirler. Ancak ben ısrarla aynı şeyi söylüyorum. Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır. Sizin düşünceleriniz, duygularınız, davranışlarınız değiştikçe etrafınız da sizin değişiminizle paralel olarak farklı bir şekil alacak. Siz değiştikçe eşiniz de değişecek. Bizi mahveden yanlışlarımız değil doğru zannettiklerimizdir. Bazı insanlar hep aynı şekilde davranıyorum ama hiçbir şey değişmiyor diyorlar. Tabii ki değişmez. Hep aynı şekilde davranırsanız aynı sonucu elde edersiniz. Değişik sonuç için farklı davranmanız gereklidir. Farlı yaklaşımlar farklı sonuçları doğurur. Diyelim ki eşinizle şiddetli geçimsizliğiniz var. Siz ne yaparsanız yapın sonuç değişmiyor. Gün ve gün her şey daha kötüye gidiyor. Yuvanızı kurtarmak istiyorsunuz. Kendinizi çaresiz hissediyor ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Böyle giderse boşanabileceğinizi bile düşünüyorsunuz. Yapmanız gereken bir şey var. Her şeyi değiştirebilecek bir şey. O da sizin değişmeniz. Çözüm için sizin değişmeniz gerekiyor.Bu değişimi önleyen birkaç yanlış düşünce sunlardır:1. Hep ben mi değişeceğim ?2. Haksız olan o, haklı olan benim. Niye ben değişeyim ki ?3. Hep ben mi taviz vereceğim ?4. O değişmedikçe hiçbir şey değişmez.5. Benim değişmem hiçbir şeyi değiştirmez.6. ……………………………………………..Kimin haklı olduğu değil, neyin doğru olduğu önemlidir. Diyelim ki bey haklı. Ne değişecek. Ya da diyelim ki hanım haklı. Ne değişecek. Hiçbir şey. Önemli olan haklılık değil, kavga etmemektir. Haklıyı bulsak ne değişecek ki. Üstelik bu durumlarda çoğunlukla herkes kendine göre haklıdır. Peki doğru olan nedir ? Ne olursa olsun kavga etmemek. Taviz vermemek çözüm değildir. Kavga etmemek için taviz vermek gerekliyse susulmalıdır. Çözüm ne olursa olsun kavga etmemektir. Kavga olmasın da varsın karşı taraf haklı olsun. Kimse kaybetmez. Ailede herkes kazanır kavga olmayınca. Çözüm kapıdadır. Ama kapıyı itmeyince açık olduğu anlaşılmaz ki. Zannedilir ki kapı kilitlidir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çoğunlukla açık bir kapı bulunur. Biri kapalıysa diğeri açıktır. Tabii ki aranmayan şeyin bulunması imkansızdır. Ben yıllarımı psikiyatriye vermiş biri olarak diyorum ki en kötü evlilik bile düzelir. Düzelmeyecek bir yuva yoktur. Boşanma asla çözüm değildir. Ayrılık hiçbir şeyi düzeltmez. Aksine her şey daha kötüye gider. Asıl çözüm birleşmekte, dağılmamaktadır. Ah ayrılıklar ah. Çözüm olamazsın sen hiçbir soruna. Önce yatak odasında birleşilmeli. Karı kocanın tenlerinin birbirine değmesi bir çok soğukluğun panzehiridir. Soğukluğun araya girdiği bir ailede aynı yatağı paylaşmak çok zor gelebilir. Ama bunu zorlamak gereklidir. Soğuklukları gidermek için cinsellik karı koca arasında en üst düzeyde yaşanmalıdır. Cinselliğin niteliği, içeriği, sayısı, eşi memnun etmesi için her iki taraf ta en üst düzeyde çalışmalıdır. Taraflardan biri isteksizse diğeri alttan almalı, gerekirse tek taraflı da olsa evliliğin bu en önemli fonksiyonu hasta olan eş düzelinceye kadar yüklenmelidir. Eşlerin arasının iyi olmasında düzenli ve kaliteli bir cinsel yaşam önemlidir. Aralarında sorun olsun olmasın her eşe cinselliği en üst seviyede yaşamalarını tavsiye ederim. Başlangıçta rol icabı dahi olsa bunu deneyin. Yaşınız ne olursa olsun. Eşinize yaklaşın. Yatak odanızı ayırmayın. Evin o en mahrem, en güzel yerinin hakkını verin. Dahasını da söyleyeyim mi ? Eşinizi sevmiyor, hatta nefret ediyorsanız bile dediklerimi yapın. Zorlayın kendinizi. Görün bakalım ne olacak ?

DEHB

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
DEHB:DİKATSİZLİK:1.Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez. Okul ödevlerinde, işlerinde veya diğer etkinliklerinde dikkatsizce hatalar yapar.2. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde veya oynadığı etkinliklerde dikkati dağılır. 3. Kendisine konuşulduğunda dinlemiyormuş gibi gözükür. 4. Yönergeleri izlemez. Okul ödevlerini ufak işleri ya da işyerindeki görevlerleri tamamlayamaz.5. Üzerine aldığı görevleri veya etkinlikleri düzenlemede zorluk çeker 6. Sürekli zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınır. Bunları sevmez ya da bunlarda yer almaya isteksizdir.7. Oyuncak, okul ödevi, kalem, kitap ve okul araç gereçlerini kaybeder. 8. Dikkati dış uyaranlarla kolayca dağılır.9. Günlük işlerinde unutkandır.DEHB:HİPERAKTİVİTE:1. Elleri ayakları kıpır kıpırdır. Oturduğu yerde kıpırdanıp durur. 2. Sınıfta ya da oturması gereken diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar. 3. Uygunsuz durumlarda koşturur, tırmanır. Ergenlerde huzursuzluk hissi vardır. 4. Sakin bir biçimde boş zamanlarını geçirme veya oynama zorluğu vardır. 5. Çoğu zaman hareket halindedir veya motor takmış gibidir.6. Çok konuşur.DÜRTÜSELLİK:1. Sorulan soru tamalanmadan cevabını yapıştırır. 2. Sırasını beklemekte güçlük çeker. 3. Başkalarının sözünü keser veya yaptıklarının arasına girer.Dikkat Eksikliği Hiperaktivite BozukluğuÖgretmenler İçin Öneriler· Ögrencinizin semptomlarina duyarlı olun ve ona anlayışlı yaklaşın.· Ögrencinizin sorunu ile ilgili baskaları ile konusmadan önce mutlaka kendisinden ve ailesinden izin alın.· Mümkünse onun sorunlarını diğer veli ve öğrencilerle konuşmayın.· Sınıf arkadaslarinin önünde onu elestirmekten kaçının.· Ögrencinizin performansı ile ilgili yargılayıcı olmadan, tarafsız ve kararlı, dogru geri bildirimler vermeye çalışın.· Yanına ögrenci ile uyumlu iliski sürdürebilecek, onun yapmakta zorlandığı seyleri yapabilecek birini oturtun.· "Senin..........................yapmani istemiyorum. Senin...........................yapmanı istiyorum" ifadeleri ile ona yönergeler verin.· Fiziksel hareket için ona gün boyu firsat tanıyın. Tahtayi silmek, diger odalar götürülebilecek seyleri götürmek, kalem açmak gibi.· Bunu yaparken farklı çocuk, özel çocuk muamelesi yapmayın· Hiperaktif davranışları azaltması için ögrencinin yaptigi ince-motor davranışları görmezden gelin. Örneğin, sıraya hafifçe vurma, önünde kagıt parçaları ile oynama, karalama yapma gibi.· Sınıf tartışması, grup projeleri, tahta çalışmalari gibi interaktif ögrenme metotları kullanın.· Hareketli ögrenciler için sınıf içinde farklı yerlerde iki oturma düzeni belirleyin. Hareket ihtiyaci olursa birinden diğerine geçmesini saglayın.· Sınıf kurallarını ve beklentilerinizi net ve açik bir sekilde anlatin. Şayet ögrenci sizin kural ve beklentilerinizi bilmiyorsa veya sürekli değiştiriyorsanız anksiyete yaşaması doğaldir.· Kuralları daima pozitif olarak belirleyin, uymadıkları zaman neler olabilecegini tartışın, küçük bir kusur için büyük cezalar vermeyin.· Nörolojik bir bozukluktan kaynaklanan bir davranis için (dürtüsellik, hiperaktivite, tikler vs) ceza vermekten kaçının.· Ögrenciniz kontrolünü yitirdiginde siz mutlaka sakin olun. Onunla tartısmayın, güç gösterisine girmeyin.· Kontrolünü kaybetmeden önce ona düsüncelerini söze vurmayi ögretin.(Bu ödev cok zor. Öfkeleniyorum. Burada çok sıkıldım gibi.)· Gerilimi azaltmak için mizah kullanabilirsiniz bu ögrencinin dikkatini baska yöne çeker.· Ögrenci yanlış davrandığı zaman davranışın altında yatan nedenleri arastırın. Davranış norolojik bozukluktan mı, ilacın yan etkisinden mi yoksa ögrencinin çevresi ile olan iliskilerinden mi kaynaklanmaktadır? Araştırın.· Dikkat sorunu olan ögrencilerinize fazla karışık ve uzun yönergeler vermeyin. Kısa öz ve anlaşılır konuşmaya dikkat edin.· Çalışmaları birkaç kısma bölün. Sözel bilgiyi yavaş ve kısa sunun.· Hiperakitf ve dikkat eksikliği sorunu olan ögrencilerin yapılandırılmamış, kalabalık ve çok sesli ortamlarda davranış kontrollerini yitirdigini unutmayın. Aşırı uyarıldığını farkettiginizde ortam degistirmesi için izin verin.· Mümkünse ön sıraya oturtun.

Aile Mutluluğu

Aile Mutluluğunun Kuralı; Karşılıklı Sevgi ve Saygı
Çocuk psikiyatrisi uzmanı Dr. İsmail Yavaş, aile mutluluğunun sağlanmasında sevgi ve saygının 'altın kural' olduğunu söyledi. Bireylerin karşılıklı saygıyı elden bırakmaması halinde huzur içinde bir hayat sürdürülebileceğine dikkat çeken Yavaş, bu konuda özellikle ebeveynlere önemli görevler düştüğünü ifade etti.Mutluluğun sırlarını maddeler halinde bir araya getiren Dr. Yavaş, ailelerin bunları uygulamaya çalışmasını tavsiye etti. Dr. Yavaş, hayatı 'havaya atılan beş top'a benzetirken, bunları iş, sevgi, sağlık, dostluk ve benlik olarak sıraladı. Bunlar arasında sadece 'iş'in lastik bir top olduğunu söyleyen Yavaş, şunları dile getirdi: "Bu top, düşmesi halinde tekrar zıplatılabilir ancak diğer dördü camdan yapıldığı için her an kırılabilir. Hayatımızı bu bilinçle yönlendirmeliyiz." Eşinize sevdiğinizi söylemekten kaçınmayın Eşler, sevgilerini her vesileyle birbirine ifade etmeli. İncitici tenkitlerden titizlikle sakınmalı ve affedici olmalı. Tartışmayı çıktığı noktada tutmaya çalışmalı. Geçmişte kalmış bir konuyu hatırlatmamalı. Daha sonra hatalıysa özür dilemenin de bir fazilet olduğunu unutmamalı. Geçmiş deneyim ve hatıralardan söz edilmemeli. Aşırı idealist olmamalı ve karşı taraftan mucizeler beklenmemeli. Eşe güven telkin edilmeli. Mutlu olabilmek için iyi bir eşle evlenmiş olmak yetmez, kişinin kendisinin de münasip bir eş olması gerekir. Kişi kendisi için istediği şeyleri hayat arkadaşı için de istemeli. İnsan almak kadar vermeyi de bilmeli, bencil olmamalı. Olumsuzluklarda hemen eşini suçlamak yanlıştır, konulara insafla bakılmalı. Yalnız bugünü düşünmek, geçmişteki üzüntü ve henüz gelmeyen yarındaki kaygıları bugüne taşımamak gerekiyor. . Ahiret işlerinde eşler birbirine yardımcı olmalı. İsraf mutluluğu bozar. Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez. Tartışmalarda yaralayıcı sözlerden sakınılmalı. Yersiz ve mesnetsiz kıskançlık, kuşku ve şüphelerden uzak durmalı, zan ve kuruntulara göre hareket etmemeli. Yakın akraba müdahalesine fırsat verilmemeli İyi niyetle bile olsa yakın arkadaşlarınızın ve akrabalarınızın özel hayatınıza karışmasına izin vermeyin. Evinizin sırlarını kimseye anlatmayın. Gördüğünüz hataları düzeltmekte aceleci olmayın. Evliliğin sorumluluklarını gönül hoşluğuyla kabul edip, tam bir özgüvenle üstlenin. Eşinizle müşterek işler yapmaya vakit ayırın ki ileride sizin için mutlu hatıralar kalsın ve birbirinize daha çok yaklaştırsın. Eşinize, kendisini ifade etme ve yeteneklerini geliştirme fırsatı tanıyın. Bazı yönlerini alay konusu yapmayın. İstişare, aile hayatında önemli bir prensiptir. Tartışmasız evlilik hayaldir. Aile mutluluğu evde hiçbir problemle karşılaşmamana değil, problemlerin üstesinden gelebilmeye bağlıdır. Problemden kaçmak, evi terk etmek yerine sakin kafayla düşünüp çözüm bulunmalı. Bir tartışma esnasında insan eşinin güzel yönlerini ve iyiliklerini de hatırlamaya çalışmalı. Beğenmediği yönlerin, bütün iyiliklerini örtmesine fırsat vermemeli. Hediyeleşin ki sevginiz artsın, bu mutluluk ve sevinç her vesileyle sizin âdetiniz olsun. Ayrıca, kadın çalışsa da öncelikli sorumluluk alanının ailesi olduğunu unutmamalı.

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu

HİPERAKTİF ÇOCUKHiperaktif terimi yerinde duramayan veya enerjisi fazla gelen her çocuğa yakıştırılan bir durum haline geldi. Hiperaktif çocuk kimdir, probleminin özelliği nedir, anne baba ve öğretmene düşen sorumluluklar nelerdir? Bu soruların yanıtlarını bu broşürde kısaca toparlamaya ve kafalarındaki belirsizlikleri dağıtmaya çalışacağız. Hiperaktivite olarak da bilinen Dikkat Eksikliği Aşırı Hareketlilik Bozukluğu olan çocuklar davranışlarını kontrol etmekte zorlanırlar. Bu kontrol zorluğu arkadaş ve alile ilişkilerinde sorunlara, okulda başarısızlığa sebep olabilir.Hipraktivite Nedir?Hiperaktivite bir öğrenme bozukluğu değil, bir davranış sorunudur. Bir başka deyişle, hiperaktivite davranış sorunlarına sebep olabilen bir kişilik özelliğidir. Hiperaktif çocuklar gereğinden fazla hareketlidirler, düşünmeden davranır ve dikkatlerini (ilgilerini çekmeyen konularda) birkaç dakikadan fazla yoğunlaştıramazlar. Hiperaktivite okul çağındaki çocukların %3-5’inde bulunan ve erkek çocuklarda daha fazla rastlanan bir problemdir. Hiperaktivite aile için olduğu kadar çocuğun kendisi için de büyük bir stres kaynağıdır. Hiperaktif çocuklar genellikle davranışlarının dikkat dağıtıcı ve rahatsız edici olduğunu bilirler, fakat bu konuda ellerinden bir şey gelmez. Anne-babaların bunu anlamaları ve çocuklarına sevgi ve destek vermeleri gerekir. Anne-babalar hiperaktivitenin getirdiği zorlukları aşabilmek için çocuklarının doktoru, öğretmenleri ve danışmanlarıyla işbirliği yapmalıdırlar.Hiperaktivitenin Bulguları:Hiperaktivite başka pek çok sorunla ortak belirtilere sahip olduğu için kesin tanı koymak çok zor olabilir. Tanı konmadan önce aynı belirtilerle kendini gösterebilecek olan diğer tıbbi ve duygusal sorunların saf dışı edilmesi gerekir. Bu problemin belirtilerine, pek çok çocukta stres anlarında kısa sürelerle rastlanabilir. Dolayısıyla her belirti gösteren çocuk otomatik olarak hiperaktif sayılmamalı, problemin geçmişi ve ayrıntıları anlaşılmalıdır. Hiperaktivitenin belirtileri genellikle çocuk yedi yaşına basmadan ortaya çıkar. Hiperaktif çocuklar dikkatlerini toplamakta zorlanırlar, davranışlarını düşünmeden gerçekleştirirler ve genellikle fazla hareketlidirler. Bazılarında ise, dikkat eksikliği ve düşüncesiz davranışlar olmakla birlikte aşırı hareketlilik yoktur. Aslında her çocuk zaman zaman bu şekilde davranabilir, fakat hiperaktif çocuklar hemen her zaman böyle hareket ederler. Diğer yandan hiperaktif çocuğun kısa süreli işlerde ya da TV, bilgisayar oyunu gibi eğlenceli işler sırasında çok dikkatli olduğunu gözleyebilirsiniz. Bu sizi şaşırtmasın. Aşağıdaki liste çocuğunuzda hiperaktivite belirtilerinin bulunup bulunmadığını anlamanızda size yardımcı olacaktır. Eğer çocuğunuzda bu belirtileri kayda değer bir kısmına rastladıysanız ve bu belirtiler 6 ay ve daha fazla sürdüyse gözlemlerinizi doktorunuzla konuşun.Çocuklarda Dikkat Eksikliği Aşırı Hareketlilik bozukluğunun belirtileri:Hiperaktivite ön plandaysa,* Yerinde duramaz,* Oturması gerektiği halde oturamaz,* Yerli yersiz koşup tırmanır,* Aşırı konuşur,* Sessiz sakin oyun oynamakta güçlük çeker,* Her zaman bir şeylerle uğraşır,* Cevapları ağzından kaçırır,* Sırasını beklemekte zorlanır,* Olaylara veya konuşmalara müdahale yarıda keser.Dikkat Eksikliği ön plandaysa,* Yönergeleri başından sonuna kadar takip edemez,* Dikkatini yaptığı işe veya oyununa vermekte zorlanır,* Evde veya okulda yapacağı işler ve aktiviteler için gerekli malzemeleri kaybeder,* Dinlemez,* Detayları gözden kaçırır,* Düzensiz görünür,* Uzun süre zihinsel çaba gerektiren işleri yapmakta zorlanır,* Unutkandır,* İlgisi kolayca başka yönlere kayar.Hiperaktiviteye Neler Sebep Olur?Hiperaktivitenin sebepleri tam olarak anlaşılmamıştır. Bazı araştırmalar aşağıdaki sebepler üzerinde durmaktadır:- Hiperaktif çocukların beyinlerinde mesaj alış verişini gerçekleştiren kimyasal maddelerde bir sorun vardır.- Anne – babadan birinde veya her ikisinde de hiperaktivite varsa, bunların çocuklarında da hiperaktivite belirtilerine rastlanabilir.- Hiperaktivite çocukluk çağı hastalıklarından sonra görülebilir.- Gelişimsel sorunlar hiperaktivite ile bağlantılı olabilir.- Beyin dokusundaki doğumsal ya da sonradan olma zedelenmeler hiperaktiviteye sebep olabilir.Hiperaktivitenin Tanısı:Bir çok çocuk zaman zaman, “hiperaktif” tanımına uygun davranışlar sergileyebilir; fakat “hakiki” hiperaktiflik 12 yaşın altındaki 20 çocuktan yaklaşık 1 tanesinde görülür. Yine de çocuğunuzun hiperaktif olduğunu düşünüyorsanız bunu düşünmenize yol açan sebepleri doktorunuzla konuşun. Hiperaktivitenin ilk işaretlerine çok erken yaşlarda rastlanabilirse de tanı genelde çocuk okula başladıktan sonra konur. Bunun sebebi okul ortamının hiperaktif çocuklar için gerçek bir rahatsızlık kaynağı olması ve bu sorunun belirtilerinin sınıf ortamında daha fazla göze batmasıdır.Hiperaktivite tanısı için özel bir test yoktur. Tanıya yönelik değerlendirmeler doktorun bir fiziksel problemleri ayırt etmek için ayrıntılı bir sağlık öyküsü almasıyla başlar. Doktorunuz size ayrıca ev ve okuldaki davranışlarıyla ilgili sorular soracak, çocuğunuzun okuldaki davranışlarıyla ilgili öğretmeninden yazılı formlarla bilgi isteyecektir. Doktorunuz ayrıca benzer belirtilere yol açabilecek başka sorunların olup olmadığını anlamak izin çocuğunuzu muayene edebilir. Örneğin, bazı çocuklarda hiperaktivite ile beraber öğrenme güçlüğü veya davranış bozukluğu gibi başka bir sorun da bulunabilir. Bu gibi durumlarda doktorunuz her iki rahatsızlığın da tedavisini amaçlayacak ve buna göre tavsiyelerde bulunacaktır.Hiperaktivite tanısını koymak zordur ve zaman alabilir. Sorunların kaynağı bulununcaya dek sabırlı olun ve çocuğunuza duygusal açıdan destek olun.Hiperaktif Çocuğa Evde Yaklaşım:Çoğu anne-baba çocuklarına hiperaktivite tanısı konduğunda hayrete düşer, çünkü bu çocukların evde aileleri tarafından gözlemlenen herhangi bir problemleri yoktur. Gerçekten de bu çocuklar evde hiçbir dikkat bozukluğu bulgusu göstermeden saatlerce televizyon seyredebilir veya video oyunları oynayabilirler. O halde böyle bir çocukta nasıl hiperaktivite olabilir? Cevap basittir. Video oyunları ve televizyon çocukların dikkatlerini odaklamalarına yardım edecek şekilde uyarı gönderir, yani bu çocuklar televizyon seyrederken veya video oyunu oynarken pasif konumdadırlar ve dikkatlerini dışarıdan gelen uyarılar sayesinde toplayabilirler. Başka bir deyişle bu tür işler sırasındaki dikkat süresi hiperaktivite tanısı koymada önemli bir ölçüt değildir. Hiperaktif bir çocuk hem anne-baba, hem de ailenin diğer bireyleri için büyük bir sıkıntı kaynağı olabilir. Tedavi edilmeyen hiperaktif bir çocuk aile için rahatsızlık kaynağı olmaya devam edecektir. Burada çocuğunuza davranışlarını kontrol etmesinde yardımcı olabilmeniz için yapabileceklerinizden kısaca söz edeceğiz.* Çocuğunuz için günlük bir program yapın. Çocuğunuzun uyandığı, yemek yediği, yıkandığı, okula gitmek için evden çıktığı saatlerin her gün belirli ve aynı olmasını sağlayın. Çocuğunuzu kalabalık alışveriş merkezleri gibi çok fazla uyaranın bulunduğu ortamlardan mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışın.Hiperaktif çocuklar büyüklerinin dikkatini genellikle ancak yanlış bir şey yaptıklarında çekerler. Çocuğunuzu güzel sözlerle, kucaklayarak ödüllendirmeniz, olumlu davranışları için küçük armağanlar vermeniz çok önemlidir. Anne-baba, aile bireyleri ve arkadaşlardan gelen bu tür olumlu destek ve sevgi çocuğunuzun kendini iyi hissetmesini sağlayacaktır.Büyükler hiperaktif çocuklarının davranışlarına çok zaman sinirlenir ve fiziksel cezalara dahi başvurabilirler. Dayaktan kaçınılmalıdır. Bunların yerine daha etkili disiplin teknikleri uygulayabilirsiniz. Örneğin çocuğunuzun hiperaktif davranışları sizi fazlaca rahatsız ederse, ona o an için sırtınızı dönerek davranışına karşı kayıtsız kalın. Çocuğunuzun çok fazla heyecanlı veya hareketli olduğu anlarda başka bir aktiviteyle dikkatini dağıtmaya çalışın. Çocuğunuzun çevresine yönelik tekmeleme, ısırma vs. Gibi davranışlarına müdahale ederek engel olmanız gerekebilir. Onu sakinleşene kadar bir süre yalnız başına bırakmanız fiziki cezalandırmadan çok daha iyi etkili bir yöntemdir. Davranışlarını çocuğunuzla sakin olduğu anlarda tartışın ve onun bu davranışlarının sonuçlarını anlamasını sağlayın.Hiperaktif Çocuk ve Okul:Sınıf yapısı ve kuralları hiperaktif bir çocuk için oldukça zorlayıcı olabilir. Çocuğunuzun öğretmeniyle işbirliği yapın. Öğretmen çocuğunuzun içinde bulunduğu zor durumu anladığında çocuğunuzun başarılı olması için daha fazla yardımcı olacaktır.Hiperaktif çocuklarla yeterince ilgilenebilmesi için küçük gruplar içinde dikkatlerini toplamaları oldukça zordur ve böyle gruplarda ilgileri kolayca dağılmaktadır. Bu çocukların bir diğer özelliği de çabucak sıkılmaları ve verilen ödevleri tamamlamak için sürekli motivasyona ihtiyaç duymalarıdır. Bu nedenle özel öğretmenler her zaman daha iyi sonuç verir. Hiperaktif çocukların pek çoğuna özel bir hocayla yarım veya bir saatte okulda bütün bir gün içinde verilebilecek olandan daha fazlası verilebilmektedir.Hiperaktif çocuklar da okulda en az diğer arkadaşları kadar başarılı olabilirler. Bir çocuğun hiperaktif olması asla onun yeterince akıllı olmadığı anlamına gelmez. Bu çocuklar düzensiz ve dikkatsiz olabilirler, fakat bu onların öğrenme yeteneklerinin olmayışından değil, hiperaktiviteden kaynaklanmaktadır. Göz önünde tutulması gereken bir nokta, hiperaktif çocukların önemli bir bölümünün öğrenme güçlükleri (okuma, aritmetik gibi) çektikleridir. Öğrenme güçlüğüne yönelik değerlendirme ve tedavilerin ayrıca planlanması ve bu konuda uzmanlaşmış eğitim uzmanlarıyla işbirliği yapılması gerekli olacaktır.Sınıfta Dikkat Sorunları Olan Çocuklarla Çalışmanın Yolları* Çocuğun o gün neler yapılacağını önceden bilmesi sağlayacak ve hep uyulan bir sınıf düzeni geliştirin.* Çocuğun öğretmenin gözü önünde, pencereden uzak ve tahtaya yakın bir yerde oturmasını sağlayın.* Kendi başına yapılabilecek ödevleri, diğer çocuklardan ayrı bir köşede dikkati dağılmadan yapmasına izin verin.* Çocuğun ödevlerini yaparken gerektiğinde ara vermesine olanak tanıyın. Bu aralara diğer çocuklardan daha sık ihtiyaç duyacaktır.* Oyun saatlerini azaltma ve teneffüs iptalinden kaçının. Oyun saatleri çocuğun fazla enerjisinden kurtulması için iyi bir fırsattır.* Farklı aktivite düzeyleri gerektiren dersleri gün içine dağıtın. Müzik, beden eğitimi, resim gibi yardımcı dersleri daha çok dikkat gerektiren Türkçe, matematik gibi derslerin arasına koyun.* Dikkat sorunları olan yaşça daha büyük öğrencilerin, verimli çalışma ve dinleme alışkanlıkları kazanabilmeleri için çalışma yöntemleri ile ilgili ek özel dersler almaları yararlıdır.* Ders çalışırken belli alışkanlıklar edinmelerini sağlayacak ve istenmeyen davranışlarını kontrol edecek etkin bir sistem geliştirin. Ödül puanları, çocuğun başarısını grafikler ile göstermek, çocuğu çıkartmalar veya yıldızlar ile ödüllendirmek, çocuğu istenilen davranışları göstermesi için heveslendirecektir.* Yeni şeyler öğretip, yanıtlar istemeden önce çocuğa sözel ya da görsel bazı ipuçları verin. Örneğin çocuğa yalnızca onun anlayacağı bir işaret vermek onu utandırmadan dikkatini anlatılana vermesini sağlar.* Uzun sürebilecek ödevleri küçük parçalara bölün. Böylece çocuğa bir işi tamamlamış olma duygusunu tattırmış olursunuz.* Çocuğun her zaman aynı performansı göstermesini beklemeyin. Çocuğun çabaları sonuç mükemmel olmasa bile destekleyin.* Mümkünse derste işlediklerinizi ve ödevleri yazılı hale getirin.Hiperaktif Çocuklar Büyüdüklerinde Ne Olur?“Çocuk büyüdüğünde hiperaktiflik geçer” diye söylendiğini duymuş olabilirsiniz; bu doğru değildir. Ama aşağıdaki nedenlerden dolayı çocuk olgunlaştıkça bazı iyileşmeler olacaktır.* Çocuklar saldırgan davranışlarını bırakmayı veya azaltmayı genellikle arkadaş baskısı nedeniyle öğrenirler.* Yaş büyüdükçe bazı problemlerin üstesinden daha kolay gelmeyi öğrenir (örneğin ilgilerini çeken bir şey üzerinde yoğunlaşarak ve ilgilerini çekmeyenlere önem vermeyerek).* Bazı çocuklar problemlerinin üstesinden gelmeyi öğrenirken, bazıları da özellikle daha küçük yaşlardan itibaren şiddeti hiperaktif olanlar ergenlik çağında ciddi davranış bozuklukları geliştirebilirler.* Hiperaktif çocukların çoğunluğu büyüdüklerinde iyi olacak, veya en azından idare edebilecek düzeye geleceklerdir.* Bazen, özellikle 6 yaşın altında, kısa dikkat süresi genel bir gelişim geriliğinin bir bölümüdür. Böyle durumlarda çocuk büyüdüğünde bundan kurtulacaktır. Çocuk genel gelişim düzeyini yakaladığında dikkat edebilme yetisini de kazanacaktır.Tedavi:Hiperaktiviteyi ortadan kaldırıcı bir kesin tedavi yoktur, fakat hiperaktiflere yardımcı olabileceğimiz pek çok yol vardır. Doktoru, öğretmeni, danışmanı ve aile bireylerinin karşılıklı fikir alışverişi ve işbirliğiyle çocuğunuz bu rahatsızlığa rağmen normal bir yaşam sürebilir.İlaç Tedavileri: Hiperaktivitenin tedavisinde uyarıcı ilaçlar oldukça işe yararlar. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği ilk başta garip gelebilir. Bu ilaçlar çocuğu daha hareketli kılmak yerine, şaşırtıcı olarak hiperaktiviteyi azaltıp dikkat süresini uzatmaktadır. Hiperaktif bir çocuğa davranışlarını kontrol etmesinde yardımcı olan bu ilaçları kullanan bir çocuk ilacı kullandığı süreler içerisinde daha sakin ve dikkatli olmaktadır.Okul çağındaki hiperaktif çocuklar için en çok kullanılan ilaç Ritalin (Metilfenidat)’dir.Bunun dışında Pemolin (Tradon), Tofranil (İmipramin) ve Catapresan (Klonidin) gibi başka bazı ilaçlar da yardımcı olabilmektedir. İlaç tedavisi gerekli olduğunda doktorunuz çocuğunuz için en etkili ilacı bulmanızda size yardımcı olacaktır.Kullanılan bu ilaçlar bağımlılık yapmaz, fakat bir takım yan etkilere yol açabilirler (baş ağrısı, uykusuzluk, iştah kaybı ve depresyon gibi). Çocuğunuzun doktoru tarafından düzenli olarak görülmesini sağlayın. Bu şekilde çocuğunuzun genel sağlığını gözetim altında tutacaktır.Psikolojik ve pedagojik tedaviler: İlaçlar hiperaktif çocuklar için asla tek tedavi yöntemi olarak kullanılmamalıdır. Çocuğun davranışlarını kontrol etmesine yardımcı olurken öğretmenler, danışmanlar ve ailenin diğer bireyleriyle yapılacak işbirliği içerisinde uygulanacak tedaviler çok önemlidir.Anne-babanın çocuğa yaklaşım konusunda eğitimi, öğretmen ve okul danışman psikologunun bilgili yaklaşımı ve çocuğun kendisini kontrol etme ve duygularını ifade etme becerilerini kazandığı psikoterapi ve pedagojik terapilerin birlikte uygulanması, ilacın sağladığı kazanımların uzun vadeli olabilmesi için şarttır. Bu tedaviler hakkında ayrıntılı bilgileri diğer broşürlerimizde bulabilirsiniz.Son Birkaç SözErken tedaviyle hiperaktif çocuğun geleceği için cesaret verici sonuçlara ulaşılmaktadır. Hiperaktivite etkilerinden tam anlamıyla “kurtulamayacak” olsalar bile bugün sorun yaratan davranışları gelecekte onlara yardımcı olabilir. Sınıf ortamından kurtulduktan sonra hayatta başarıya ulaşmak hiperaktif çocuklar için diğer çocuklar için olduğundan daha kolaydır. Bu çocuklardan pek çoğu erişkin yaşa geldiklerinde iş adamlığı gibi kendi davranış tarzlarına uygun meslekler seçmekte, veya sanat ve eğlence dünyasında başarılı olmaktadırlar. Hiperaktif bir çocuğun anne-babasından, öğretmenlerinden ve danışmanlarından bugün göreceği yardım ve destek, onun başarılı ve mutlu bir erişkin olmasına yardım edecektir.

Horlama ve Uyku Apnesi

Horlama ve Uyku Apnesi
Beyin aktivitesinin uyku ve uyanıklılık hali olmak üzere birbirinden ayrı iki fazı bulunmaktadır.Uyku hastalıkları sınıflandırmasında 4 ana hastalık grubu tanımlanmıştır:1. Dissomniler: Hastanın uykuyu başlatma ve devam ettirme sorunu vardır. İnsomnia (uykusuzluk) veya hipersomnia (gereğinden fazla uyuma) şikayetlerine yol açan primer uyku bozuklukları bu hastalık grubuna girmektedir. Uyku bozukluklarının en büyük kısmını içeren disomniler içerisinde obstrüktif uyku apnesi sendromu, santral uyku apnesi sendromu ve santral alveoler hipoventilasyon da bulunmaktadır.2. Parasomniler:Parasomniler uyku ortasında santral sinir sisteminin aktivasyonu ile ortaya çıkan uyanma bozukluklarıdır. Bruksisizm (uykuda diş gıcırdatma), kabuslara bağlı olarak uyanma, uykuda enürezis, apne gibi solunum bozuklarının eşlik etmediği basit horlama, uykuda ani ölümler (Sudden Death Sendromu) bu gruba ait rahatsızlıklardır.3. Psikolojik, nörolojik veya diğer medikal hastalıklara bağlı uyku bozuklukları: Bu hastalarda rastlanılan uyku bozuklukları altta yatan diğer bir rahatsızlığa bağlıdır. Uyku bozukluğu sadece semptomlardan birini teşkil etmektedir. Kronik akciğer hastalığı, mide ülserleri, gastroösefagial reflü hastalığı (GÖRH), Parkinson Hastalığı, bunama, alkol bağımlılığı, anksiyete bozuklukları gibi rahatsızlıklar bu grupta incelenir.4. Olası uyku bozuklukları: Gereğinden az veya fazla uyuma gibi çok da patolojik olmayan, bir hastalık olarak nitelendirmek için gerekli bilginin mevcut olmadığı uyku bozukluğu problemlerini içerir.Toplumun genel sağlık ve sosyoekonomik seviyesinin yükselmesi ile beraber horlama ve uyku sırasında solunumun durması (apne) şikayetiyle doktora başvuran hastaların sayısında artış meydana gelmiştir. Uyku fizyolojisinin ve bozukluklarının tanınmasındaki gelişmeleri takiben horlama ve hava yolunda tıkanmaya bağlı uyku apnesi sendromu sıklıkla tanı konulan bir hastalık haline gelmiştir.TANIMLAR:Horlama: Üst solunum yolunun kısmi tıkanıklıklarına bağlı olarak gelişen sesli uykuApne: Burun ve ağız solunumunun 10 saniyeyi geçecek şekilde durmasıApne indeksi: Uyku esnasında bir saat boyunca gözlenen apne sayısıHipopne: Hava akımında %30-50 oranındaki azalmanın 10 saniyeden uzun sürmesi hali. Solunum hareketinin azalması ya da kandaki Oksijen doygunluğunun (O2 saturasyonu) azalması olarak ta ifade edilebilir.RDI: (Respiratory Disturbance Index) bir saatte oluşan apne ile hipopne sayılarının toplamıdırKBB branşını ilgilendiren uyku bozuklukları basit horlama, üst solunum yolu direnç (rezistans) sendromu ve obstrüktif uyku apnesi sendromudur.Basit Horlama:RDI’in 5’in altında olduğu,Uyku esnasında kandaki Oksijen doygunluğunun (saturasyon) hep %90’ın üzerinde seyrettiğiNefes alma esnasında yemek borusunda ölçülen basıncın –10cm su seviyesinin altına düşmediği hastalarda basit horlamadan bahsedilmektedir .Üst Solunum Yolu Direnç (Rezistans) Sendromu:RDI saatte 5’in altında,Oksijen saturasyonu %90’ın üzerinde seyrederkenYemek borusunda ölçülen basıncının eksi 10cm H2O nun altına düşmesi halinde üst solunum yolu direnç sendromundan bahsedilir.Bu hastalarda horlamanın yanı sıra uyanma periyotlarında ve diaframda elektrik aktivitesinde artma vardır.Obstrüktif uyku apnesi sendromu:RDI’ın 5’in üzerinde olması veOksijen saturasyonunun %90’ın altında seyretmesi ile tanımlanır.Uyku apnesi; apne (solunumun tam durması) indeksine göre;Apne indeksi: 5-20 arasında ise hafif,20-40 arasında ise orta,40’ın üzerinde ise ağır uyku apnesi olarak değerlendirilir.Bu hastalarda apnenin yanı sıra hipopnenin de önemli olması sınıflandırmada apne ve hipopne sayılarının toplamı olan RDI indeksinin kullanılmasını daha anlamlı kılmaktadır. Buna göre,RDI: 5-30 arasında ise hafif,30-50 arasında ise orta,50 den yüksekse ağır bir uyku apnesinden bahsedilirO2 saturasyonu: %85’in altına düşerse orta derecede,%60’ın altına düşerse ağır bir uyku apnesi söz konusu olurGÖRÜLME SIKLIĞIUyku üzerinde yapılan araştırmaların artmasıyla horlama ve uyku apnesinin beklenenden daha yaygın olduğu saptanmıştır. Sıklıkla karşılaşılan basit horlama aslında hafif şiddetteki uyku apnesi olabilmektedir. İtalya’da yapılan bir çalışmaya göre erkeklerin %24’ünde, kadınların %14’ünde horlama olduğu tespit edilmiştir. Otuz yaş altındaki erkeklerde basit horlama oranı %10 iken 60 yaşın üzerindeki erkeklerde oran %60’a kadar çıkmaktadır.Horlama ile kilo ilişkisi araştırıldığında ideal kilolarının %15 daha fazlasına sahip olan insanlarda horlama ve apne sıklığının arttığı gösterilmiştir.Amerika’da 30-60 yaşları arasında erkeklerin %24’ünde kadınların %9’unda apne indeksi 5 ve üzerinde bulunmuştur. Hafif şiddetteki uyku apnesine sık rastlanırken orta ve ağır derecedeki uyku apnesine daha az rastlanılmaktadır. Orta derecedeki obstrüktif uyku apnesine erişkin erkeklerin %2’sinde rastlanırken 35-60 yaş grubundaki erkeklerde ağır derecedeki uyku apnesi %0.3 oranında izlenmektedir.BULGULARHastalığın şiddetine bağlı olarak değişen gündüz uyku hali vardır. Hastalar gece uyku zamanı ne kadar uzun olursa olsun gün içerisinde de uyku problemi çekerler. Gece uykuları iyi olmadığından sabahları dinlenememiş olarak kalkarlar. Apne indeksi ve/veya RDI’i çok yüksek olan hastalarda konuşma esnasında ve araba kullanma sırasında dahi uykuya dalma gözlenir. Sabah belirgin olup daha sonra hafifleyen baş ağrısı %20 oranında izlenmektedir. Gün boyu izlenen unutkanlık, dikkat azlığı, konsantrasyon bozukluğu eşlik eden başlıca bulgulardır.Uyku apnesi olan hastaların trafik kazası yapma ihtimalleri normal insanlara göre 2-7 kat daha fazladır.Hastaların doktora başvurmasına neden olan en önemli şikayet ise horlamadır. Hastanın yatak partnerinin de görüşmede bulunması doğru bir hikaye alma açısından önem arz eder.Uyku kalitesinin bozuk olması hastalarda anksiyete bozukluklarına, bilişsel yeteneklerde azalmaya, saldırganlığa ve depresyona da yol açabilmektedir. Horlama ve uyku apnesi sendromu olan hastalarda cinsel fonksiyon bozukluklarına da sık rastlanır. Cinsel fonksiyon bozukluğunun altında yorgunluk, isteksizlik, psikolojik rahatsızlıklar ve uykusuzluk ile ortaya çıkan hormonal değişiklikler bulunmaktadır.Gece sık idrara kalkma uyku apnesi sorunu olan hastalarda sıkça gözlenen bir bulgudur. Özellikle çocuklarda kanda karbondioksit miktarının artmasıyla mesane kasılma bozuklukları, sık idrar kaçırma, erişkinlerde ise sık idrara kalkmaya neden olur.Bu hastalarda sıklıkla görülen yağ metabolizması bozulmaları sonucunda hastalar kilo almaya devam ederler. Kilo problemi arttıkça metabolizma değişiklikleri belirgenleşerek hastanın kilo vermesini gittikçe güçleştirir. Göğüs ve ense kısmında belirgin olarak ortaya çıkan gece terlemesi bu tip hastalarda görülen diğer bulgudur.Uykuda solunum bozukluğu olan hastalarda negatif göğüs içi basıncın artmasıyla birlikte gastroösefageal reflü problemi de (GERD) gündeme gelmektedir. Reflünün tedavi edilmesiyle apne bulgularında polisomnografik olarak %30’a varan düzelmeler tespit edilmiştir.Yüksek tansiyon, akciğer hipertansiyonu, kalp ritim bozuklukları, kalp damar rahatsızlıkları ve inme gibi problemlere de uyku apnesi sendromlu hastalarda sıkça rastlanmaktadır. Apne indeksi 20’nin üzerinde olan hastaların ölüm riski de normale göre çok yüksektir; dolayısıyla hastaların biran önce tedavi edilmeleri gerekir.TANIUyku apnesi sendromu karmaşık olabilen ve pek çok sistemi ilgilendiren bir rahatsızlıktır. Hastalara tanı koymada başvurulan belli başlı tanı yöntemleri şunlardır:1. Genel fizik muayene2. KBB muayenesi3. Bükülebilen fiberoptik endoskopla burun yolu ile yapılan muayene4. Görüntüleme yöntemleri (Tomografi, MRI, yüz yapılarının ve hava pasaj boyutlarının ölçülmesi - Sefalometrik analiz)5. Polisomnografi (Uyku testi)1. Genel fizik muayene:Uyku apnesi sendromu kompleks bir hastalık olup pek çok farklı nedene bağlı oluşabilmektedir. Bu nedenle hastaların sadece üst solunum yollarının muayenesi tanı ve tedavinin planlanmasında yeterli olmayacaktır. Hastanın alkol kullanımı, son aylarda belirgin olarak kilo alıp almadığı ve metabolik durumu (şeker hastalığı, tiroid hastalıkları) sorgulanmalı gerektiğinde biyokimyasal testler yapılmalıdır. Hastanın bulunduğu ruh halinin de şikayetleri artırabileceği göz önüne alınarak depresyonda olup olmadığı ve yatıştırıcı ilaç kullanıp kullanmadığı sorgulanmalıdır.Hastanın genel durumu (şişmanlık-obesite, alt çene pozisyonu, üst çene gelişme bozuklukları olup olmadığı) ve solunumda tıkanan bölgenin tayini, tedavi yaklaşımının seçimini ve başarısını belirlemede önemlidir.Bir çok çalışma kan basıncı ile uyku apnesi sendromu arasında bir ilişkinin bulunduğunu göstermiştir. Kan basıncını artıran hormonların artışından dolayı sadece gece değil gün boyu da tansiyon yüksek seyreder.Boy-kilo ve boyun kalınlığı: Uyku apnesi şüphesi ile başvuran hastaların boy, kilo ve boyun çevresinin ölçülmesi önemlidir.Erişkin erkeklerde boyun çevresinin 43.18 cm den büyük olması bir risk faktörü olarak değerlendirilir. Bu gruptaki erkeklerin %30’unda uyku apnesi sendromu saptanmıştır. Kadınlarda ise kritik değer 38.10 cm dir.Horlama ve uyku apnesi sendromunda önemli bir parametre olan boy-kilo arasındaki oranın en pratik ölçüm metodu kg/m2 olarak belirtilen vücut kütle indeksi (Body Mass Index – BMI,) hesaplanmasıdır. 20 yaşından büyük erişkinlerde ortalama BMI 25.5kg/m2 civarındadır. Erkeklerde BMI’nin 27.8 kadınlarda 27.3’ün üzerinde olması şişmanlık olarak değerlendirilir.2. KBB muayenesi: Üst solunum yolu sert bir kemik-kıkırdak iskelet ile bunlara bağlanan yumuşak dokulardan oluşmakta burun ve dudaklardan başlayıp gırtlakta (larinks) sonlanmaktadır. Uyku apnesi şüphesi ile başvuran hastada üst solunum yolunun ayrıntılı bir muayenesi gerekir. Muayenenin uykuda gerçekleştirilmemesi nedeniyle muayene ile uyku apnesi sendromu tanısı koymaktan çok tıkanma ve çökme bölgelerinin ortaya konması amaçlanır.Yüz iskelet yapısı: Hastanın ilk muayenesinde üst çene ve alt çene yapısı ile dişlerin kapanma ilişkisi kabaca değerlendirilir. Yüz iskelet yapısında problem olduğu düşünülen hastalarda ise sefalometrik çalışma yapılmalıdır.Üst çene gelişme yetersizliği ve alt çenenin arkada yerleşimi (retrognatizm) değerlendirilmelidir. Retrognatizmi olan hastalarda dil ve yumuşak dokular arkaya doğru yer değiştireceğinden boğaz ve dil kökü seviyesinde tıkanma gelişir.Burun Muayenesi: Burun içi patolojiler burunda tıkanma oluşturmalarının yanı sıra burun direncini yükseltmek suretiyle boğazdaki negatif basıncın derecesini artırarak bu bölgede çökme ve tıkanmaya yol açarlar. Ayrıca tedavide uykuda sürekli pozitif hava basıncı sağlayan cihaz (CPAP= Continuous Positive Air Pressure) kullanacak hastalarda burun anatomisinin değerlendirilmesi ve ciddi problemlerin düzeltilmesi gereklidir. Aksi takdirde cihazdan arzulanan sonuç alınamayacaktır. Burun muayenesinde, dış çatı, burun içi perde (septum), burun içi hava akış kanalları (valflar) ve burun etleri (konkalar) değerlendirilmeli, gerektiğinde sert ve veya bükülebilir endoskoplarla muayeneye yapılmalıdır.Ağız ve Boğaz Muayenesi: Uyku apnesi hastalarında çoğunlukla problemin bulunduğu boğaz bölgesinin muayenesinde damak arkası ve dil arkası dikkatle değerlendirilmelidir. Uyku apnesi sendromunun tedavisinde birçok cerrahi tekniğin uygulandığı bu bölgelerin iskelet ve yumuşak doku yapısının muayenesi ve uykudaki problemin ne kadarından sorumlu olduklarının ortaya konulması şarttır.Ağız boşluğunun muayenesi dil ve yumuşak damağın doğal pozisyonunun tayini ile başlar. Dilin büyüklüğü ve pozisyonu saptanmalıdır. Dilin yerleşimi dişlerin kapanma düzlemine (oklüzal plan) göre değerlendirilmelidir. Normal boyutlarda ve pozisyondaki dil oklüzal plandan daha aşağıda yerleşmiştir. Diş kapanma düzleminin üzerinde yerleşen bir dil mevcutsa büyük bir dilden bahsetmek mümkün olur. Dil pozisyonuna göre yapılan değerlendirmede Mallampati Sınıflaması kullanılmaktadır.Yumuşak damak, bademcikler, küçük dil ve boğaz arka duvarının çevrelediği bölge incelenmelidir. Yumuşak damak yapı itibariyle çok farklı görünüme sahip olabilir. Kabaca düşük, kalın, iki parça ya da arka duvara yakın yerleşimli olarak sınıflandırılabilir.Küçük dilin (uvula) boyutu 1cm’yi aşıyorsa uzun olarak kabul edilmelidir.Bademciklerin (tonsiller) büyüklüğü de önem taşır. Boğazı dolayısıyla solunum yolunu daraltan tonsiller de az yada çok horlama ve uyku apnesinden sorumludurlar. Özellikle tonsil üst bölümünün boğaza doğru yaptığı kabarıklığın derecesini değerlendirmek gerekir.Dil Kökü (Hipofarenks) muayenesi: Bu bölgenin değerlendirilmesi en iyi bükülebilir (fleksible) fiberoptik endoskop ile yapılmaktadır.3. Fleksible fiberoptik Nazofaringolaringoskopi:Muayenenin en önemli aşamalarından bir tanesini teşkil eder. Bu muayenede ağız hafif açık doğal pozisyonda iken burundan girilerek damak arkası ve dil arkası bölgeleri değerlendirebilmek mümkün olmaktadır.Fleksible fiberoptik nazofaringolaringoskopinin en önemli parçalarından birisi de Müller manevrasıdır. Burun, geniz, damak arkası ve dil arkası endoskopi ile incelendikten sonra Müller manevrasına geçilir. Bu manevra ile boğazın negatif basınç ile çöken ve tıkanmaya neden olan bölümlerinin tayini ve çökmenin ciddiyeti tespit edilir. Endoskop burun yoluyla genize doğru ilerletilir damak arkası bölgeye ulaşıldığında manevra uygulanır. Manevrada, burun delikleri doktor tarafından kapatılmış haldeyken hastanın ağzını kapatması ve takiben yutkunması veya emme hareketini yapması istenir. Damak arkası ve dil arkası için müller manevrası tekrarlanarak bu bölgelerde oluşan çökme değerlendirilir. Manevra esnasında alt çenenin hasta tarafından öne ilerletilmesiyle dil arkası bölgedeki değişiklikler saptanabilir. Çöken kısım hastanın pozisyonuna göre ve uykuda değişiklik gösterebilir.4. Radyolojik görüntüleme yöntemleri:Sefalometrik analiz amacıyla kullanılan konvansiyonel grafiler ve CT-MRI başlıca radyolojik görüntüleme metotlarıdır. Günümüzde birçok hastalığın tanısında vazgeçilmez olan CT ve MRI’ın uyku apnesi sendromunda bilimsel araştırma dışında pek yerleri bulunmamaktadır.Sefalometrik analiz: Sefalometri üst solunum yolu iskelet yapısı ve yumuşak dokularını değerlendirmede yaygın olarak kullanılan standart bir yan grafidir. Baş sabit iken ve nefes verme bitiminde çekilmelidir. Nefes alma ve verme esnasında yumuşak dokuların hareketiyle üst solunum yolu pasajı değişkenlik gösterdiğinden en uygun sonuç nefes verme aşaması sonunda elde edilir.5. Uyku Analizi Testi (Polisomnografi):Daha önce bahsedilen muayene yöntemlerinden obstrüksiyonun yerini tespit etmede faydalanılırken uyku analizi gerçek tanıyı koyar. Uyku apnesi sendromu tanısını polisomnografik inceleme yapmaksızın koymak mümkün değildir.Dört önemli polisomnografi tipi vardır;Level 1 olarak adlandırılan ve uyku apnesi sendromu için altın standart kabul edilen komple uyku analizinde EEG, elektroolfaktogram, EMG, göğüs ve karın hareketleri, nazal ve/veya oral hava akımı, oksimetre, EKG ve pozisyon monitorize edilir. Uykunun başlangıcı ve evreleri, ekstremite hareketleri, kardiak aritmiler, obstrüktif ve santral apne nöbetleri, desaturasyon miktarı değerlendirilir. Level 1 polisomnografinin dezavantajı hastane ortamında bir gecenin geçirilme zorunluluğu, yetişmiş eleman ve fiziksel ortamın bulunması gerekliliğidir. Yeni gelişen yazılımlarla elde edilen verilerin analizi oldukça kolaylaşmıştır.Level 2 test hastane dışında ama tüm parametrelerin incelenmesini içerir. Daha doğal bir ortamda testin yapılıyor olması ve maliyet düşüklüğü bu testin avantajlarıdır. Level 2 polisomnografide problem verilerin yeterince elde edilemesi ve/veya kaybolmasıdır. Bu da sıklıkla testin tekrarlanmasına yol açar.Level 3 polisomnografide hasta yine evde testi uygular ancak sınırlı sayıda parametre incelenir (obstrüktif-santral apneler, O2 saturasyonu, bradikardi-taşikardi ve pozisyon değişiklikleri gibi). Uyku evreleri ve aritmi ile ilgili bilgi alınamadığından değeri sınırlıdır.Level 4 polisomnografide ise sadece 1-2 parametre gözden geçirilmektedir (nabız ve O2 saturasyonu gibi). Çok ucuz bir teknik olmasına karşın hafif-orta şiddetli uyku apnesi sendromlu hastalar gözden kaçırılabilir.REM (Rapid Eye Movement) ve non REM uykularını içeren 3-4 saat süren bir uyku analizi uyku apnesi sendromu tanısını koymak için yeterlidir. REM uykusunda faringeal hava yolu hareketsiz (atonik) kalır, non REM uykuda ise gerginlik azalmış olsa da vardır (hipotoniktir). Dolayısıyla üst solunum yolu çökmesi REM uykusunda daha belirgin olur. REM uykusunu içermeyen testler tekrarlanmalıdır. Polisomnografi oldukça hassas bir testtir, ardışık gecelerde testin tekrarlanmasının tanıyı değiştirmediği sadece RDI’de hafif oynamaların olduğu tespit edilmiştir.TEDAVİHorlama ve uyku apnesi sendromu olan hastalarda hastalığın şiddeti ve tıkanmanın yerine göre tedavi çok farklı alternatifler içermektedir.Hastalarda başvurulan tedavi yöntemlerini şu başlıklarda incelemek mümkündür:A)Genel önlemlerB)Özel Tedaviler: 1) Medikal ajanlar2)CPAP (continuous positive air pressure) cihazı3)Ağız – burun içi apareyler4)Cerrahi yöntemler: i.Retropalatal bölge cerrahisiii.Retrolingual bölge cerrahisiiii.Burun cerrahisiiv.TrakeotomiA) Genel önlemler:Genel önlemlerin başında kilo vermek gelir. Horlama ve uyku apnesi sendromu hastalarının çoğunluğu normal kilolarının hayli üzerinde olan hastalardır. Kilo vermenin sadece diyetle yapılması mümkün olmayıp günlük aktiviteninde artırılması ve bu yaşam stilinin rutin hale getirilmesi gerekmektedir; Aksi takdirde diyetin sonlandırılmasıyla beraber eski sorunlar tekrar ortaya çıkacaktır. Bu aşamada özellikle ciddi obes hastaların diyetlerinin düzenlenmesinde profesyonel yardım almaktan kaçınılmamalıdır. Kilo vermeyle süreklilik arz eden bir iyileşme tespit edilemeyen hastalar da mevcuttur. Normal kiloda olan hastalarda daha çok bir iskelet sistemi patolojisi üzerinde durulmalıdır.Alkol ve yatıştırıcı ilaç kullanan hastalarda horlama şikayetleri ve uyku apnesi sendromu daha ağır seyreder. Hastalara mümkün olduğunca alkol kullanmamaları ve yatıştırıcı etkiye sahip ilaçlardan uzak durmaları tavsiye edilmelidir.Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta gece yatış pozisyonudur; Sırt üstü yatış pozisyonunda şikayetlerin arttığı genellikle hasta yakınları tarafından da ifade edilmektedir. Yan pozisyon tavsiye edilen uyku pozisyonudur. Sırtüstü pozisyonundan kurtulmak için sırta yastık koymak, pijamaya top dikmek gibi metotlar önerilmektedir.Soruna eşlik edebilecek dahili problemler de saptanıp tedavi edilmelidir. Akromegali ve hipotiroidizm gibi hastalıklar başlıca apne sebepleri olabileceğinden tedavileri önem taşır. Hastaların alerjik veya damar genişlemesine bağlı burun tıkanıklıkları mevcut semptomları artıracağından mutlaka kontrol altına alınmalıdır.B) Özel Tedaviler:1) İlaçlar (Medikal ajanlar): Horlama ve uyku apnesinde asetazolamid, teofilin, buspiron, medroksiprogesteron, nikotin ve protriptilin gibi birçok ilaç kullanılmış yan etkileri de gözönünde bulundurulunca uzun sürecek bir tedavi şemasında yerlerinin olmadığı kanaati hakim olmuştur. Çeşitli nedenlerle cerrahi uygulanamayan, CPAP kullanamayan ve hafif uyku apnesine sahip hastalarda teofilin kullanılabilmektedir. Sadece Asetozolamid’in hipopne indeksini düşürdüğü saptanmıştır. Asetazolamidin semptomları düzeltemediği ve çok iyi tolere edilmediği belirtilmiştir. Protriptilinin semptomlarda iyileşme sağladığı ancak apne indeksinde değişiklik yaratmadığı gösterilmiştir. Tüm bu ilaçlarda amaç REM zamanının kısaltarak kas gerginlik kaybını önlemektir.Yine son zamanlarda horlamanın çözümü için yüzey gerilimini azaltan bitkisel kaynaklı ilaçlar piyasaya sürülmüştür. Yatmadan önce ağıza sıkılarak kullanılan bu ilaçlarda amaç boğaz bölgesinin yağlandırılmasıyla sürtünmeyi azaltmak; horlama sırasındaki ses şiddetini düşürmektedir. Basit horlama olgularında rahatlıkla kullanılabilecekken uyku apnesine etkisi fazla olmamaktadır.2) CPAP (continuous positive air pressure): Uyku apnesi sendromu hastalarında cerrahiye alternatif bir yaklaşımdır. Uyku apneli hastalarda özellikle de REM uykusunda oluşan negatif basınç üst solunum yollarının çökmesine yol açar. CPAP’da cihazla sağlanan pozitif basınçla nefes alma sırasında hava yolunda çökmeye neden olan negatif basıncın dengelenerek pasajın açık tutulması hedeflenir. Cerrahiyi kabul etmeyen, cerahiden yeterince fayda görmemiş veya cerrahi yapılamayan hastalarda CPAP kullanılmalıdır. Ayrıca cerrahiye hazırlanan hastalarda da geçiçi olarak CPAP kullanılabilir.Hastaya uygulanacak basıncın ayarlanması için hasta bir gece hastaneye yatırılarak polisomnografik monitörizasyona alınır. Basınç 4cm H2O’dan başlanarak kadameli olarak artırılır. Horlama, hipopne ve apnenin ortadan kalktığı basınç tespit edilir. Kronik obstrüktif akciğer hastalarında ek olarak Oksijen verilmesi gerekebileceğinden O2 saturasyonu takip edilir.CPAP’ın kullanımını kısıtlayan hasta uyumudur. Cihazın her gece düzenli olarak kullanılması burun içinde ödeme, kurumaya ve kanamalara yol açabilir. CPAP’da bu günlük problemlerin de eklenmesiyle hasta uyumu %60-80 arasında kalmaktadır. Bazı hastalarda CPAP kullanımı öncesinde burun içi tıkayıcı problemlere yönelik ameliyat yapılması da gündeme gelebilmektedir.3) İntraoral-nazal apareyler:Son yıllarda çok sayıda ve çeşitte kullanıma giren ağız içi apareylerin dili öne çekenler ve alt çeneyi öne çekenlerolmak üzere başlıca iki tipi vardır. Alt çenenin öne gelmesi boğaz ve dil kökünde hacmi artırırken dilin öne gelmesi ile dil kökü ve boğazın yanında damak arkası bölgede de genişleme olmaktadır. Amerika uyku hastalıkları birliğinin bu konudaki tüm araştırmaları toplayarak yaptığı inceleme sonucunda basit horlaması olan hastaların %73-100 arasında bu tür apareylerden fayda gördüğü ortaya konmuştur (38). Yine bu araştırmada herhangi bir apareyin diğerlerine oranla belirgin bir üstünlüğünün bulunmadığı belirtilmiştir. Uyku apnesi sendromunda ise hafif-orta şiddetli olgularda faydalı olabilecekken ağır olgularda faydasının bulunmadığı düşünülmektedir.Tükürük salgısında artış, ağız kuruluğu, adaptasyon güçlüğü gibi erken dönem yan etkilerinin dışında en önemli problem uzun süre kullanımla ortaya çıkan çene eklem rahatsızlıkları ve dişlerin yer değiştirmesiyle ortaya çıkan oklüzyon bozukluklarıdır. Bu uzun dönem komplikasyonları nedeniyle protez uygulanmasının bir diş hekimi tarafından gerçekleştirilmesi uygun olacaktır. Damak kubbesi çok kavisli olan, uzun küçük dile ve büyük tonsillere sahip hastalar bu tür apareyleri rahat kullanamazlar dolayısıyla bu tür hastalarda diğer tedavi seçenekleri değerlendirilir.Yine bazı basit horlama olgularında burun apareyleri kullanılarak burun hava akımının artırılması ve horlama şikayetinin azaltılması beklenir. Sadece izole burun içi deformitesi olan hastalarda kullanılmasının anlamı vardır.4) Cerrahi yöntemler:Horlama ve uyku apnesi hastalarında cerrahi yaklaşımın değerlendirilmesi birçok faktöre bağlıdır. Öncelikle hastaların şikayetleri basit bir horlamadan akciğer kan basıncı artışının eşlik ettiği bir klinik tabloya kadar değişkenlik göstermektedir.Aynı zamanda probleme neden olan tıkanma alanı tek bir bölgeye lokalize olmayıp birkaç anatomik bölge farklı derecelerde olaya katılabilmektedir.Hastanın genel durumu ve diğer medikal problemleri cerrahi kararı vermede belirleyici olabilmektedir.Çok çeşitli ameliyat tekniklerinin kullanılabildiği bu hastalık grubunda ameliyat kararında etkili olan durumlar şu şekildedir:a. RDI’ın (Respiratory disturbance index) 20 nin üzerinde olmasıb. Oksijen saturasyonunun %90’ın altında olmasıc. Gün boyu uyku halinin günlük hayatı etkilemesid. Belirgin kalp ritm bozukluğu olmasıe. Hastada belirgin anatomik problemin olmasıf. Diğer tedavi metodlarından fayda görmemiş olmasıg. Ameliyatın yapılmasına engel teşkil edecek tıbbi problemin bulunmaması